Ana içeriğe atla

İletişim ve İstişare

Gözümüzün gördüğü, elimizin uzandığı, burnumuzun kokladığı, kulağımızın işittiği, dilimizin tattığı, vücudumuzun dokunduğu her şey Allah tarafından bize bahşedilen birer nimettir. Akıl vermiş, irade vermiş, feraset vermiş. Allah'ın insan için verdiği nimetler say say bitmez. Neler vermiş neler!

Allah'ın verdiği bu sayısız nimetleri yerli yerince kullanabiliyor muyuz? Kullanamıyoruz ki sorunlarımız eksilmiyor, artıyor. Eğer sorun çözülmek isteniyorsa bunun yolu iletişimdir. İletişim yolunun kapalı tutulmamasıdır.  İletişim yolunun açık tutulmasının yanında bir de istişare gereklidir. Çünkü iletişim kendi başına yeterli gelmeyebilir.

İnsanın olduğu, amme hizmetinin yapıldığı yerlerde başvurulacak iki yöntem iletişim ve istişaredir. Kim bu iki yöntemi hayatına düstur edinirse bulunduğu ortama barış ve huzur getirir. Çünkü muhatabına değer verdiğini gösterir. Doğru dürüst konuşmaz, iletişime açık olmaz, kimseyle bir şey paylaşmaz, kapalı kutu gibi olursa böylesi ortamlar kimseye güven vermez. Kimse birine bir derdini paylaşmaz. Herkes karnından konuşmaya, birbirinin arkasından atmaya başlar. Kimse eleştiriye açık olmaz. Birbirine bakarken duvara bakar gibi bakar.

Kamu kurum ve kuruluşlarda özellikle okullarda iletişim yolu daima açık tutulmalıdır. Çünkü okul ortamında barış iklimi olsun, herkes birbirini sayıp sevsin, değer versin isteniyorsa olmazsa olmaz iki güzel kelime iletişim ve istişaredir. Bu ikisinin olduğu yerde yüzler güler, çalışanlara huzur gelir. Dostluklar oluşur, okulda kurum kültürü gelişir. Herkes birbirinin derdiyle dertlenir. Çünkü kendisine değer verildiğini, önemli görüldüğünü hisseden bir insan o okula, o kuruma canını verir. Ekmeğini alsan sesini çıkarmaz. Elinden gelen fedakarlığı gösterir. Yapılan hataları görmezden gelir. Çünkü bilir ki adı üzerinde bir hatadır. Kasıt akla gelmez kimsede. Telafi edilme yoluna gidilir.

Ben yaptım oldu, ben asla danışmam, işimi kimseyle paylaşmam deyip odaya çekilmek, insanlardaki mutsuzluğu okuyamamak bir kuruma yapılabilecek en büyük kötülüktür. Niye kötülük yolunu seçiyoruz ki? Ne kazanacağız iletişim ve istişareye kapalı olmakla? Yoksa iletişim ve istişare karizmayı çizdirir diye mi düşünüyor bazıları? Eğer böyle düşünüyorlarsa bu işte çok çiğ oldukları ortaya çıkar. İletişimsizlik ve istişaresizlikte kibir kokusu vardır. Tersinde ise tevazu vardır. Seçin beğenin; kibir sahibi olmayı mı tercih edersiniz yoksa tevazu sahibi olmayı mı?



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde