Ana içeriğe atla

Kendine Özgü Bir Adı Olmayan Günlerimiz


Bir haftanın yedi günden ibaret olduğunu hepimiz biliriz. Beş tanesinin kendine özgü adı var. İki tanesi var ki kendinden önceki isimlerle anılıyor. Bunlardan bir tanesi cumadan sonraki gelen gün, diğeri de pazardan sonra gelen gün. Cumartesi ve pazartesiden bahsediyorum. O kadar kelime içinde diğer günlere isimler konurken kelime kıtlığı mı çekildi ki bu iki gün diğerlerine göre garip kaldı? Yani isimsizler.

Bir işlevi mi yok bu günlerin? Önemsiz iki gün müdür? Ya da bir önceki günün devamı mıdır bu günler? Son sorudan başlayalım. Cuma ve Pazar ertesileri kendinden önceki günün devamı ise diğer günler de bir önceki günün devamıdır. Çünkü hayat kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Bugünler önemsiz değil aynı zamanda. En az diğer günler kadar hatta daha fazla bir işleve sahip.

Cuma ve Pazar ertesilerinde mutlaka bir farklılık bulacaksak cumartesi ve pazartesi günleri aynı işlevi yapan diğer kardeşlerine göre birbirleriyle sıkı bir ilişkiye sahip. Cumartesiyi ele alalım: Cumartesinin sevinci cuma gününden başlar. Hafta sonu tatili geliyor. Şu özel işimi yapayım, ya da nasılsa yarın tatil diye cuma akşamı biraz daha rahat edeyim diyor  insan. Cumartesi geç kalkarım diye alabildiğine geç yatıyor. Allah ne verdiyse cumanın ertesinde uyuyor. Kalkınca çocuklar gibi şen. Nasılsa tatil. İş yok, güç yok. Ardından gezme-tozma, dolaşma ne varsa planında ya da plansızlığında onu yapıyor.

Cumartesi akşam yine rahat oturma. Gecenin geç saatinde vücudun uykusuzluğuna yenik düşüp yatıyoruz. Yine uzun bir yatış bu.

Pazar tatil olmaya tatil ama. Cuma ertesindeki rahat yok. Yüzümüzdeki dünkü gülücükler yok. Ne de olsa ertesi ilk iş günü. Ertesinin sıkıntısı karabasanlar basar gibi pazar günden başlar. Oturup kalksan, dolaşsan da fayda etmez. İçimizde rahat değil çünkü. Ertesi gün iş başı ne de olsa. İki günlük rehavetten sonra tekrar işe odaklanmak zor mu zor. Üstelik erken kalkacaksın. Ne de çabuk bitti tatil bilemeyiz. Halbuki geç kalkmaya da ne güzel alışmıştık. Şimdi kim kalkacak bugünün ertesinin köründe. Pazar günden başlayan bu kabusun adı pazartesi sendromudur. Çoğu çalışan yaşar. Pazardan başlayan mutsuzluk pazartesi iş başındayken de devam eder.

Gördüğünüz gibi birbiriyle ayrılmaz bir yedili olan ve bir makinenin dişlileri gibi kesintisiz devam eden günlerden cumartesi ve pazartesinin işlevi diğer günlere nazaran daha farklı. Cumartesinin sevinci cumadan, pazartesinin sendromu ise pazar gününden başlıyor. Demek ki atalarımız bu iki güne kendi adlarını vermezken bir bildikleri varmış. Boşu boşuna bu iki güne farklı bir isim verme yoluna gitmemişler.

Yoksa sizin nazarınızda bu iki gün tıpkı diğer günler gibi mi? Hiç mi fark bulamadınız? Gördüğünüz gibi ben buldum. İster kabul eder, ister etmezsiniz. Siz ne derseniz deyin cumartesi ve pazartesi günler içerisinde önemli bir işlevi olan isimsiz kahramalarımızdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde