Ana içeriğe atla

Esas Davranışımız Müslüman Olmalı! *


Ekseriyetimizin Müslüman olduğu toplumda hepimizin en büyük serzenişi ahlaki zafiyetlerimizdir. İman var hepimizde. Yerine getireni fazla olmasa da imanın pratiği ibadet de var. Nedense bu iki ilkenin uygulamasından bir ahlak ortaya çıkmıyor. Çoğumuz inanç ve ibadetlerimize ters orantılı bir yaşantı biçimi oluşturmuşuz. Müslüman bunu yapmaz/yapmamalı dediğimiz ahlaki yoksunluklarımız çok. Ahlak yoksunuyuz hasılı. Çünkü iman+ibadet=ahlak olması gerekirken bizim toplamımızda nedense her türlü sonuç çıkıyor. Çıkmayan tek şey ahlak maalesef!

Ben daha doğrusu İslam âlimleri İslam'ı bir ağaca benzetir: Kökü iman, gövde ve dalları ibadet; yaprağı, kokusu, verdiği oksijeni, gölgesi ve meyvesi ahlaktır. Köksüz bir ağacın gövdesi-dalları olmaz, meyve de vermez. Gövde yoksa dal da olmaz, meyve de. Yine kök ve gövde olmazsa meyvesi olmadığı gibi ağacın kendisi de olmaz. Desem ki kaporta Müslüman’ıyız, şekilciyiz, görüntü Müslüman’ıyız, formaliteciyiz, ritüel Müslüman’ıyız bana kızarsınız. Ama böyle değil miyiz? Gerçekler acıdır maalesef. 

Meyve vermeyen Müslümanlığımızla yüzleşmemiz lazım. Eğer biz bu gerçekle yüzleşmezsek bilelim ki öbür dünyada yüzümüz mosmor olur. Hak Teala yüzümüze bakmaz. Burada yüz ağartmayan Müslümanlığımız ukbâ alemde hiç ağartmaz. Çünkü biz bu dünyada kafamızı kuma gömerek kendimizi gizlemeye çalışsak da ebedi âlemde ak koyun, kara koyun ortaya çıkacak. Çünkü gizlimiz saklımız kalmayacak orada. Kendi organlarımız ele verecek, ipliğimizi pazara çıkaracak bizim.

Ne yapıp ne edip yol yakınken daha hiçbir şey geçmemişken yüzleşelim derim Müslümanlığımızla. Bizi bize bırakmadan aramızda bizi denetleyecek bir denetim mekanizması kuralım. Birbirimizi ve Allah'ı şahit tutarak aramızda "Biz şunlara şunlara inanıyor ve bunları yapacağız ve şunlardan kaçınacağız. Eğer bunlara uymaz isek birbirimizi Allah rızası için uyaralım, gerekirse mücadele edelim" şeklinde  bir yazılı sözleşme ve ahitleşme yapalım. Kulak tıkayana "Bu yaptığın Müslümanlığa sığmaz" diyelim.

Felaket tellalı değilim, yeise kapılmış değilim, ümitsiz hiç değilim ama aklımızı başımıza almaz isek bu inandığımız İslam, bu yapmaya çalıştığımız ibadetler ve evlere şenlik ahlâkımız bizi cennete götürmez. Bize bakarak da kimse Müslüman olmaz.

İçimizde dört dörtlük Müslümanlığı yaşayan Müslümanlara sözüm olmaz. Onlara selam olsun. Sözün özü, sadece dilimiz ve organlarımız değil, davranışlarımız  da Müslüman olsun...

* 11/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde