Ana içeriğe atla

Sınavlarımızda Hafızanın Gücü Ölçülmeyecekmiş! *


Milli Eğitim Bakanı Ziya SELÇUK, 15 Ekim’de açıklayacağı vizyon belgesinin ipuçlarını verdi bir açıklamasında: “...sınavda çocuğa sorulan soruda bilgi mi lazım biz onu zaten sorunun içinde vereceğiz. Formül mü lazım formül ezberlemesi gerekmiyor, sorunun içinde formül budur diye vereceğiz. Dolayısıyla zaten kitabı açıp bulabileceği bir şeyi, ona senin hafızan güçlü mü bakayım diye bir sınav düşünmüyoruz. Bizim düşündüğümüz şey sayısalda bu formüllerle ilgili söylediğim gibi sözelde de okuduğunu anlama, yorum kabiliyetiyle ilgili konular. O yüzden de bu tür sorular, öğrenme ve öğretme sürecini de dönüştürecek.” Bakan kısaca LGS’de ezbere dayalı sorular azaltılacak, hatta olmayacak; öğrenmeye dayalı sorulara artacak diyor.


Bakan’ın dediğinden benim anladığım öğrenci sınav esnasında neye ihtiyaç duyarsa onu metinde bulabilecek. Bilgi de metinde, formül de metinde. Öğrenciden istenen okuduğunu anlama ve yorum kabiliyetini ortaya koymadır. Sınavlarda hafızanın gücü veya hafızada neler olup olmadığı istenmeyecek. Sanırım Sayın Bakan da zaman zaman dillendirilen “ezbere eğitim, ezberci eğitim” eleştirilerinden etkilenmişe benziyor. Nedense son yıllarda eğitim ve öğretim adına ağzını açan ezberci eğitimden dert yanıyor. Çoğu kimse ezberciliği eğitim ve öğretimimizin önündeki en büyük engel olarak görüyor.


Öğrencilerimizin ve büyüklerimizin anlama, okuduğunu anlama sorunu var mı? Var elbet! Elbette yorum yapabilme yeteneğini ortaya çıkaracak sorular olmalı, okuduğunu anlayıp anlayamadığı test edilmeli. Bunun için hafızadaki bilgiye savaş açmak mı gerekiyor? Sonra ne zararı var belleğimizde bilgi kırıntıları olursa? Güçlü bir hafıza yaşayan tarihtir. Dünü bugüne, bugünü yarına taşır.

Soruyu-cevabı ve formülü sorunun içinde vermek, dört veya beş seçenekli cevabın içine doğruyu gizlemek bana göre hazıra konmak gibi bir şey. Çocuğum! Aradığın her şey burada! Başka bir çıkış düşünme! Haydi ara-bul demek bir nevi kopyadır. Çocuğun hayal gücünü yok etmedir. Halbuki bu ülkenin gelişmesi ve yeni bir şeylerin üretilmesi için hayal gücüne ihtiyacımız var. Sonra yaşadığımız hayat tamamen merkezi sınavlardan ibaret değildir ki! Bu çocuk hayatın içine girdiği zaman kendisine bir soru sorulduğunda bana formülü verin, size bu soruyu yapayım mı diyecek? Ya da bu metnin içinde aradığım bilgi yok. Bilgiyi koyun ben o bilgiyi bulayım mı diyecek?

Tüm bu yazıp çizdiklerimden “Sen ezberci eğitim istiyorsun” anlamı umarım çıkarılmaz. Zira öyle bir maksadım yok. Öyle sınav soruları hazırlamalıyız ki çocuğu her yönden ölçen sorular olsun sınavlarda. Hafızasından olmazsa olmaz bazı bilgileri de isteyelim; metnin içinden bilgiye ulaşabilmeyi, okuduğunu anlayıp anlayamadığını da ölçelim. Unutmayalım ki birikim, tecrübe yazılı metinlerde değildir, hafızadadır. Zira hafızalar bizim geleceğimizdir. Ancak bilgi ile donatılmış hafızalar geleceğimize ışık tutar. Hafızadaki bilgi hiçbir işe yaramazsa bile -en azından- daha erken yaşta bunamamızın önüne geçer. Bana göre dolu olmayan hafıza boş teneke gibidir.
Sayın Bakanın LGS’de çıkacak soru türleri konusunda görüşünü yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. 29/09/2018

* 01/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde