Ana içeriğe atla

Zaman Rahatımızdan Ödün Verme Zamanı

Babalarımız bin bir türlü sıkıntı çektikten sonra bizi rahata kavuşturmak suretiyle bu ülkeyi bize emanet ettiler. Biz babalarımıza, babalarımız babalarına göre daha rahat bir ekonomik duruma sahibiz ve konforlu hayat yaşıyoruz. Çoğumuzun atı-arabası, evi-barkı var. Çünkü kazandık, mal-mülk edindik. Bugünlere geldik.

Malumunuz bir ekonomik darboğazın eşiğindeyiz. Bu kriz şu ya da bu şekilde hepimizi vuracak. Çünkü bu kriz ne 94, ne 2001, ne de 2008 krizine benziyor. Gerçi adına kriz diyorum ama düpedüz bir savaş bu. Savaşın iki sonucu vardır: Ya kazanır, ya da kaybederiz. Kaybetmeyi aklıma bile getirmek istemiyorum. Sanırım siz de öylesiniz. Peki savaşa hazır mıyız? Çünkü belli bir süre eskisi gibi kazanamayacağız, eskisi gibi alamayacağız, eskisi gibi satamayacağız, eskisi gibi gezip dolaşamayacağız, eskisi gibi alışveriş yapamayacağız. Çünkü her şey ateş pahası olacak, alım gücümüz azalacak.

Biliyorum babalarımıza göre imtihanımız zor olacak. Özellikle çocuklarımız için. Çünkü biz babalarımıza göre çocuklarımıza daha konforlu bir hayat sunduk. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında. Bizim mumla aradığımız yiyeceğe onlar burun kıvırıyor.  Her istedikleri alındı bugüne kadar. Teknolojinin her türlüsü ile boğduk onları. Okullara servisle gönderdik. Üzerlerine vücutlarına göre aldığımız elbiseler eskimeden bir daha aldık, bir daha. Hasılı vardan anlarlar da yoktan asla. 

Zor olsa da bu boğaz harbinden yediden yetmişe galip çıkmak zorundayız. Bunun için kemerleri sıkma zamanı, yani rahatımızdan ödün verme zamanı, lüks hayata veda zamanı. Herkes ödün verecek: Zengin kardan, fakir yiyip içtiğinden zaruri ihtiyaçların dışında her şeyden özellikle ülkemize ithal yoluyla giren ürün farz veya vacip değilse uzak duracağız. Cari açığı fırlatacak her türlü alışverişten kaçınacağız. Çünkü ayağımızı yorganımıza göre uzatmak zorundayız. Konforumuzdan ve ihtiyaç diye adet edindiklerimizden ödün vermeden bu savaş kazanılamaz. 

Arabalara daha az bineceğiz, toplu ulaşımı tercih edeceğiz, çocuklarımızı okullara servisle göndermeyeceğiz. Örnekleri çoğaltabiliriz. Kim neden kısabiliyorsa onu yapacak. 

İş adamı ve esnafımız ayakta kalmak için elbette zam yapacak. Ama bu zam makul olacak. Fırsat bu fırsat deyip malına fahiş fiyat koymayacak. Dün yüzde yüz kazanıyorsa bugün bu oranı düşürecek. Bedava versin, maliyetine versin istemiyoruz. Kardan ödün verecek. 

Milletçe ayakta kalmak ve namerde muhtaç olmamak için herkes neden kısarsam dünyanın sonu olmaz hesabı yapacak. Çünkü gün, hesap-kitap dönemidir. İhtiyacımız kadar alacağız, borçlanmayacağız. İnanın hesap-kitap yaptığımız zaman bugün ihtiyaç diye gördüğümüz çoğu şeyin çok da zaruri olmadığını anlayacağız.

Biz bunu yapabilir ve başarabiliriz. Yeter ki istek ve ihtiyaçlarımızı sınırlandıralım, israftan kaçınalım. Sadece kendimiz için değil, başkaları için de yaşayalım. Allah bu milletin yardımcısı olsun! Zira bu ümmetin bu millete ihtiyacı var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde