Ana içeriğe atla

Kemal Bey'in Derdi Hiç Bitmeyecek mi?

Deniz Baykal'ın bir kaset operasyonuyla genel başkanlığı bırakmak zorunda kalmasının ardından 2010 yılında yapılan olağanüstü kongrede CHP genel başkanlığı koltuğuna oturan Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlerde gözle görülür bir başarı gösterememesine rağmen koltuğunu korumayı bildi.

Aşağı yukarı her seçimden sonra ya genel başkanlık ya da tüzük kurultayı toplandı. Her kurultayda karşısına aday olarak çıkan Muharrem İnce'yi yenerek güven tazeledi. Kurultay sonrası muhalifleri egale etmeyi bildi. Muhalif olarak kalan Muharrem İnce'yi cumhurbaşkanı adayı göstererek saha dışına itti. Seçim sonrası aldığı oya güvenerek Muharrem İnce, el altından olağanüstü kongre için imza toplamaya kalkışması ve toplanan imzanın delege sayısının yarısını bulması Sayın Kılıçdaroğlu'nu zor durumda bıraktı. Parti içindeki gücünü kullanarak yeni bir kurultaya geçit vermedi. Çünkü yakında 31 Mart seçimleri vardı. Kozlar 31 Mart sonrasına bırakıldı.

31 Mart seçimlerine CHP Millet İttifakıyla girdi. Bu seçim Kılıçdaroğlu'nun koltuğunu ya sağlamlaştıracağı ya da kaybedeceği bir seçim olacaktı. Çünkü yeniden bir seçim kaybı olağanüstü kurultayı zorunlu kılacaktı. Ankara, İstanbul, Adana, Mersin, Antalya gibi büyükşehirlerin bu seçimde CHP'ye geçmesi Kılıçdaroğlu'nu sevindirdi.  Bu da koltuğu sağlamlaştırdı. Çünkü ilk defa Partide bir seçim sonrası kurultay tartışması olmadı. Parti içi muhalifler iştahlarını bir başka bahara saklamak zorunda kaldılar.

Benim merakım Kılıçdaroğlu, gerçekten bu seçim başarısına sevindi mi? Sevindiyse bu sevinci nereye kadar sürecek? Özellikle İstanbul başarısı bir Ekrem İmamoğlu gerçeğini ortaya çıkardı. İstanbul seçimini kazanan İmamoğlu burada kalacak mı? Bu başarısını daha ileri taşımak ister mi? Mesela CHP genel başkanlığına aday olur mu? Bence olur mu olur. Kemal Bey bu durumda ne yapacak? Koltuğu sallanmaz mı? Tam bu başarı ile Muharrem İnce defteri kapandı derken şimdi de Ekrem Bey çıkacak karşısına. Bu durumda Kemal Bey başarıya mı sevinsin, birkaç yıl sonra kendisini koltuğundan edecek duruma mı üzülsün? Off! Dert bitmiyor ki...

Bu durumda Kemal Bey'in yerinde olmak ister miydiniz?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde