Ana içeriğe atla

Beni Ciddiye Alsan İyi Olur

İnsanoğlu toplumsal bir varlıktır. Mutlaka bir arada yaşaması gerekiyor. Bu birliktelikte sorun çıkmaması esastır. Sorun çıkarsa da sorunun şiddete başvurulmadan çözülmesi gerekiyor. Bazı sorunlar konuşarak çözülse de çoğu çözülemiyor. Çözülemediği gibi işi husumete veya birbirine çelme takmaya kadar götürebiliyor. Aile kavgaları, ailenin fertleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları örnek olarak verebiliriz.

Aile bireyleri derken aralarında kan veya sıhriyet bağı olanlar olabileceği gibi aynı dünya görüşü ve siyasi düşünceye sahip olanlar da olabilir. Bunlar aralarında çok iyi anlaşırlarsa başkasına karşı bir güç oluştururlar. Şayet anlaşamazlarsa aynı düşünceden beslenen bu kişilerden beklenen,
*Birbirlerini yok kabul etmemeleri,
*Anlaşamazlarsa bile aralarında iletişimi kesmemeleri, dostlukları bırakmamaları,
*Saygıda kusur etmemeleri,
*Asgari müştereklerde anlaşabilmeleri,
*Birbirlerini küçümsememeleri,
*Birbirlerine kapıyı açık bırakmaları, kapılarının her daim açık olduğu imajını vermeleri,
*Yapılan yapıcı eleştirileri dikkate almalarıdır.

Yok böyle yapmazlar da "Ben doğruyum, ben sana değil; sen bana geleceksin, emrimin altına gireceksin. Çünkü senn bir ağırlığın yok..." denirse bu demektir ki kılıçlar çekilmiştir. Artık bundan sonra birbirlerine yüz güldürmezler. Birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışırlar. Aralarındaki bu anlaşmazlığı derinleştire derinleştire işi başkalarıyla iş tutmaya kadar götürürler.  Hiçbir şey yapamazsa bile birbirlerine rakip olurlar. Kazanamasa bile en azından başkasına çalışmış olur. Bundan da her ikisi zarar görür.

Bu kavga, bu husumet, bu rekabet ne zamana kadar devam eder? Büyük kibrinden ödün vermez, küçük olanı küçümsemeye devam eder, küçük küçüklüğünü bilmez, bir araya gelip birbirlerini önyargısız dinlemezler ise bu kavga devam eder. Hatta bu kavga Filistin-İsrail meselesine döner. Filistin-İsrail ne alaka demeyin? Filistinliler ile Yahudiler baba bir öz kardeşler. Var mı bunların arasındaki düşmanlığı çözebilecek bir babayiğit? İsrail burnunun dikine gider, arzı mev'uttan vazgeçmeyip, kardeşini yok edilmesi gereken bir düşman olarak gördüğü müddetçe bu mesele bitmeyecektir. Teşbihte hata olmaz biliyorsunuz. Nerede bir kronik bir sorun varsa çözülemeyen bu sorunu ifade etmek için akla Filistin-İsrail meselesi gelir.

Şimdi gelelim tekrar meselemize... Normalde aynı yerden beslenen, düşünce olarak birbirine benzeyen kişilerin anlaşmaları, güç birliği yapmaları, birbirlerine destek vermeleri, ittifak kurmaları beklenir ama öyle olmuyor maalesef. Taraflar zamanında tedbir almaz, bize ne oluyor demezlerse iş düşmanımın düşmanı dostumdur noktasına gelir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde