Ana içeriğe atla

Sevdiklerimizle İmtihanımız *


Malumunuz bu dünya bir imtihan dünyası. Bu imtihan cenderesinden her birimiz geçiyor. Kimseyi es geçmiyor. Bu sınavda kimseye torpil yok, kopya çekmek yok. Kimseye de gücünün üzerinde bir yük yüklenmiyor. 

Sırası geleni Allah sınava tabi tutuyor. Sınava tabi tutarken en sevdiklerimizle imtihan ediyor. Kim, neyi, en çok seviyor veya istiyorsa başının belasıdır. (imtihanıdır) Er veya geç gelir bulur. Kimini eşiyle, kimini çocuklarıyla, kimini işiyle, kimini dış görünüşüyle, kimini zenginlikle, kimini fakirlikle, kimini şöhretle, kimini makam vs ile imtihan ediyor; bazen vererek bazen vermeyerek... Birbirine benzer ama hiçbir imtihan aynı değildir. Mal vermişse başa kakmadan fakirin hakkı verilmeli. Evlat vermişse iyi yetiştirilmeli. Şöhret ve makam verilmişse altında kalınmamalı, şımarmamalı. Güzellik verilmişse kibir ve gurura kapılmamalı. Çirkinlik verilmişse isyan edilmemeli.

Yukarıda verdiğim örneklere topluca nimet diyebiliriz. Çünkü Allah'ın bahşettiği her şey bizim için birer nimettir. Verilen her bir nimet de bizim için aynı zamanda bir imtihan sebebidir, şımaracak mıyız veya şımarmayacak mıyız diye. Bu nimetleri yerli yerinde kullanır, toplumsal kanun diyebileceğimiz sünnetullaha uygun hareket ettiğimiz müddetçe Allah bize çok sevdiğimiz nimetleri vermeye devam eder. Ne zamana kadar? Nimetin kadir ve kıymetini bilip nankörlük yapmadıkça devam eder. Ne zaman ki verilen nimeti hor kullanmaya başlarsak nimet bize küser ve çeker gider. Kendimizden kaynaklanan nedenlerle nimetin elimizden uçup gitmesi de bir imtihandır, şükre devam mı edecek yoksa nankörlük mü edecek diye. Halimize şükreder, isyan etmez, sabretmeyi bilir, kendimizi bir öz eleştiriye tabi tutar isek ayağımızın altından kayıp giden, elimizden uçup giden nimet tekrar geri gelebilir. Bir zamanlar kıymetini bilemediğimiz nimetler uçup gittikten sonra hatalarımızla yüzleşmez, suçu başkalarına atar, mazeret ve gerekçelerin arkasına sığınırsak tövbe billah giden geri gelmez. Bu dünya nice sınavları kaybedenlerle doludur.

Makam, koltuk, şöhret vb hangi nimet olursa olsun kıymetini bilmeyip elimizden alındıktan sonra bu nimet nereye gider? Havada kalmaz. Aynı nimeti Allah bu sefer çok isteyen veya seven bir başkasına verir.  Bu nimetle o imtihan olur. Hatta emanet edilen bu nimet hiç hak etmeyen birine veya bir kesime de tevdi edilebilir.

İmtihan amaçlı verilen nimetlerin kıymetini bilenlere selam olsun. Allah kimseyi kendisine emanet edilen nimetlerin altında ezilmeyi nasip etmesin. Her birimizi imtihanı geçenlerden eylesin.

Konuyu hepimizi bağlayan bir toplumsal yasa ile bitirelim: “Bunun sebebi şudur: Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal 53)

*19.04.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde