Ana içeriğe atla

"Bende Öyle Bir Makam Sevgisi Varmış!"


1988 yılında E.Ü. İlahiyat Fakültesinden S.Ü. İlahiyat Fakültesine yatay geçiş yaptım. Son üç yılı Konya'da okudum. Kayseri’den ayrılırken hukukum olan sınıf arkadaşları ile posta adreslerini, varsa ev telefonlarını karşılıklı olarak aldık. 

Bazıları ile arada bir mektuplaştık. Bir zaman sonra yaygınlaşan cep telefonlarını birbirimize vererek haberleşmeye devam ettik.

2008-2009 yılları olsa gerek. Bir ara Sivas'tan Ekrem adında bir arkadaşım telefonumu bulmuş, aradı. Hal-hatırdan sonra arkadaşlardan kimlerle görüştüğümü sordu. Tokat'tan Osman ile görüştüğümü söyleyince numarasını istedi. Verdim. Kendisine Osman'ı aradığında önce kendini tanıtma. Ona bir makam teklif et. Bakalım nasıl bir tepki gösterecek dedim. Olur mu dedi bana. Olur niye olmasın dedim. Ne teklif edeyim dedi. Osman Sivas İHL'de okurken okul müdürü olan hocası milletvekili olmuş. O değilden Ankara'dan arıyormuş gibi telefon aç. Kendisine biz senin Tokat'ta yaptığın hizmetleri Ankara'da izliyoruz. Seni Ankara'da görmek istiyoruz diyebilirsin dedim. Gülüşüp vedalaştık.

On, on beş gün sonra Tokat'tan Osman'ı aradım. Selamımı alır almaz "Ulen Rambo(Bana bazen böyle hitap ederdi) bu sensin değil mi?" dedi. Hayırdır dedim. "Evet, bunu yaptırsan yaptırsan ancak sen yaptırırsın" dedi gülerek. Ardından "Ekrem'in Maliye Bakanlığından aradığını, hizmetlerini takip ettiklerini, seni artık bir makamla taçlandırmak istiyoruz" dediğini, kendisine "Benim yaptıklarımı nereden haber aldınız" dediğini, Ekrem'in de "Biz çalışanı biliriz" dediğini ve ardından "Müdür, müdür yardımcılığı görevi isteyip istemediğini" sorduğunu, ben de benim sınav puanım yok ama dedikten sonra bana "Boş ver sınav puanını. Puan bizim için formalite dediğini, benden yöneticiliği boş okul olup olmadığını sorunca "O zaman kardeşim! Falan okulun müdürlüğü boş. O zaman atayın beni oraya" dedim. Ardından Ekrem gülmeye başlar, kendisini tanıtır ve şaka yaptığı söyler.

Osman, Ekrem'le arasında geçen telefon diyalogunu anlattıktan sonra bana: Üstadım! Allah senden razı olsun. Bana iyi ki böyle bir oyun oynadın. Bu vesileyle kendimi tanımış oldum. Teklifi alır almaz hemen atladım. Bende öyle bir makam sevgisi varmış ki ortaya çıktı." dedi. 

Günümüzde bir meslek erbabının okul müdür yardımcılığı, okul müdürlüğü, ilçe-il milli eğitim müdürlüğü başta olmak üzere nerede bir koltuk varsa oraya geldiğini/getirildiğini görünce nedense bu anekdot aklıma geldi. Arkadaşım idarecilik istemede nefsinin ne kadar hevesli olduğunu söyleyerek bir öz eleştirisini yaptı. Sahi bugün nerede bir koltuk varsa oraya koşan bu meslek erbabı içerisinde kendisini bir öz eleştiriye tabi tutan kaç kişi çıkar? Maalesef çoğunda bu kritik yapılmadığı gibi bu meslek erbabından görev yapanların çoğu da koltuğun hakkını veremedi. Çevresine iyi bir imaj vermedi. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde