Ben, benden ne ister derken ilk önce benden ne kastettiğimi
söyleyeyim. Ben, sadece birinci tekil şahıs benden ibaret değilim. Ben; baş,
diş, boyun, omuz, gövde, kol, el, ayak vs uzuvlarımla bir benden
ibaretim.
Yaşlanıncaya kadar tüm uzuvlarımla bir ve beraberdim. Ben
onlardan, onlar benden memnundu. Ben ne istedimse onu yaptılar. Hiç bana karşı
gelmediler, isyanlara oynamadılar. Hiçbiri teklemedi. Hepsi bana uyum
sağladı.
Ayaklarım, nereye sürdümse gitti hatta koştu. Yorulmak
nedir, bilmedi.
Dişlerim, ağzıma ne koydumsa öğüttü, sert-yumuşak,
sıcak-soğuk demedi.
Karnım ve midem, ağzım ve dişlerim ne gönderdiyse hazmetti.
Kollarım ve ellerim, elime aldığım taşları ta uzaklara
fırlattı. İstediğim şekilde hareket etti.
İşte böyle bir vücudum vardı benim.
Sonra?
Büyüdüm, yaşlandım. Maddi olarak belli bir seviyeye geldim.
Çok bir derdim kalmadı. Artık bundan sonra daha önce yiyemediğimi yiyeceğim,
gidemediğim yere gideceğim; gezip tozacağım derken bir başka durumum ortaya
çıktı: Ben, benden uzaklaşıyor artık. Ayrışmaya başladık. Ayaklarım çekmiyor.
Birkaç basamak birden koşarak çıkan ayaklarım işlevini yitiriyor. Ne yürümekten
zevk alıyor ne de merdiveni gözü kesiyor. Kazara çıkmak zorunda kalırsa nefes
nefese kalıyor. Kollarım da ağrı eksik değil, sanki kütük gibi. Eski
manevrasını kaybetti. Öne, arkaya, sağa, sola hareket etmek mesele. Kağnı gibi
oldu, kireçlendi iyice. Kırılacak diye korkuyorum. Sırtımı bile ovamıyorum.
Dişlerime gelince ne soğuğa geliyor ne sıcağa. Ben sertini
yiyemem diye direniyor. Bir ve beraber olan, sırt sırta vermiş, yan yana
dizilmiş, bakanın hayran kaldığı o inci gibi dişlerim birbirini satmaya
başladı. Dolgu istiyorum diyor, yaptırıyorum. Ardından kanal tedavisi… Onu da
yaptırıyorum. Bu işi yaptırırken dişçinin önünde dokuz doğuruyorum. Ardından
benden bu kadar, haydi beni çektir diyor. Hasılı yavaş yavaş terk ediyor
dişlerim beni. Sızı ve sancısını saymıyorum bile.
Gözlerim dişlerim gibi değil ama yavaş yavaş onların da
feri gidiyor. Gerçi çocukluğumdan itibaren su koymaya başladı desem yanlış
olmaz. Uzağı göremiyorum. Gözlük istiyorum gözlük dedi. Aldık mecburen. Uzağı
göreceğim diye burnumun üstünde gözlüğü yük etti bana. Maddi boyutu itibariyle
gözlüklere ödediğim farkı saymıyorum. Şimdi? Tutturdu bana yakın gözlük al
diye. Çünkü burnunun ucunu da görmez oldu.
Hasılı tüm organlarımla birlikte ben olan ben yavaş yavaş
benden bu kadar deyip çekip gidiyor diyeceğim ama gitmiyor, işlevini yerine
getirmiyor. Ben, bende duruyor ama direniyor bana.
Dertleri ne bunların? Tam rahat edeceğim derken
yoldaşlarımın bu yan çizmelerine ne demeli? Tamam, kolay değil beni ve kahrımı
çekmek. Ama her ne olursa olsun, insan birlikte çıktığı yol arkadaşını yolda
bırakır mı? Sanırım ölmemi bekliyorlar, bıktım senden diyorlar. Ben ölmeyeceğim
demiyorum ki... Azrail sıra sende, haydi gel deyince gideceğim. Dünyaya kazık
çakacak değilim.
O zaman mesele ne? Sahi derdiniz ne sizin organlarım?
Çocukluk ve gençliğimde benimle birlikte hareket ederken yaşlanınca bu yan
çizmenin izahı nedir şimdi? Hani yaşlılara saygı vardı bizim kültürümüzde. Biz
başkasından kendimize saygı beklerken benden bir parça olan sizin bu
saygısızlığınıza ne demeli? İnsan yarı yolda bırakır mı dostunu? Yapmayın,
etmeyin. Beni ölmeden öldürmeyin. Siz benim elim ayağımsınız. Ben sizsiz ne
yapabilirim ki? Çünkü siz olmadan ben bir hiçim. Bırakın da şu son günlerimi,
ahir ömrümü teklemeden rahat bir şekilde geçireyim. Çok görmeyin bu garibe son
demlerini huzur içinde geçirmeyi. Çünkü ben sizim, siz de bensiniz. Hep
birlikte bir araya gelerek beni öbür dünyaya göndermeye ahdetmişseniz, bilin ki
ben gidersem siz de benimle beraber gireceksiniz o toprağın altındaki karanlık
mezara.
Sanmayın ki bu dünya size kalacak. O zaman neyi
paylaşamıyoruz? En iyisi son demlerimizi bir ve beraber bir şekilde rahat ve
huzur içerisinde geçirelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder