Ana içeriğe atla

Ben Benden Ne İster?

Ben, benden ne ister derken ilk önce benden ne kastettiğimi söyleyeyim. Ben, sadece birinci tekil şahıs benden ibaret değilim. Ben; baş, diş, boyun, omuz, gövde, kol, el, ayak vs uzuvlarımla bir benden ibaretim. 

Yaşlanıncaya kadar tüm uzuvlarımla bir ve beraberdim. Ben onlardan, onlar benden memnundu. Ben ne istedimse onu yaptılar. Hiç bana karşı gelmediler, isyanlara oynamadılar. Hiçbiri teklemedi. Hepsi bana uyum sağladı. 
Ayaklarım, nereye sürdümse gitti hatta koştu. Yorulmak nedir, bilmedi. 
Dişlerim, ağzıma ne koydumsa öğüttü, sert-yumuşak, sıcak-soğuk demedi.
Karnım ve midem, ağzım ve dişlerim ne gönderdiyse hazmetti.
Kollarım ve ellerim, elime aldığım taşları ta uzaklara fırlattı. İstediğim şekilde hareket etti.
İşte böyle bir vücudum vardı benim.

Sonra?
Büyüdüm, yaşlandım. Maddi olarak belli bir seviyeye geldim. Çok bir derdim kalmadı. Artık bundan sonra daha önce yiyemediğimi yiyeceğim, gidemediğim yere gideceğim; gezip tozacağım derken bir başka durumum ortaya çıktı: Ben, benden uzaklaşıyor artık. Ayrışmaya başladık. Ayaklarım çekmiyor. Birkaç basamak birden koşarak çıkan ayaklarım işlevini yitiriyor. Ne yürümekten zevk alıyor ne de merdiveni gözü kesiyor. Kazara çıkmak zorunda kalırsa nefes nefese kalıyor. Kollarım da ağrı eksik değil, sanki kütük gibi. Eski manevrasını kaybetti. Öne, arkaya, sağa, sola hareket etmek mesele. Kağnı gibi oldu, kireçlendi iyice. Kırılacak diye korkuyorum. Sırtımı bile ovamıyorum.
Dişlerime gelince ne soğuğa geliyor ne sıcağa. Ben sertini yiyemem diye direniyor. Bir ve beraber olan, sırt sırta vermiş, yan yana dizilmiş, bakanın hayran kaldığı o inci gibi dişlerim birbirini satmaya başladı. Dolgu istiyorum diyor, yaptırıyorum. Ardından kanal tedavisi… Onu da yaptırıyorum. Bu işi yaptırırken dişçinin önünde dokuz doğuruyorum. Ardından benden bu kadar, haydi beni çektir diyor. Hasılı yavaş yavaş terk ediyor dişlerim beni. Sızı ve sancısını saymıyorum bile.
Gözlerim dişlerim gibi değil ama yavaş yavaş onların da feri gidiyor. Gerçi çocukluğumdan itibaren su koymaya başladı desem yanlış olmaz. Uzağı göremiyorum. Gözlük istiyorum gözlük dedi. Aldık mecburen. Uzağı göreceğim diye burnumun üstünde gözlüğü yük etti bana. Maddi boyutu itibariyle gözlüklere ödediğim farkı saymıyorum. Şimdi? Tutturdu bana yakın gözlük al diye. Çünkü burnunun ucunu da görmez oldu. 

Hasılı tüm organlarımla birlikte ben olan ben yavaş yavaş benden bu kadar deyip çekip gidiyor diyeceğim ama gitmiyor, işlevini yerine getirmiyor. Ben, bende duruyor ama direniyor bana. 

Dertleri ne bunların? Tam rahat edeceğim derken yoldaşlarımın bu yan çizmelerine ne demeli? Tamam, kolay değil beni ve kahrımı çekmek. Ama her ne olursa olsun, insan birlikte çıktığı yol arkadaşını yolda bırakır mı? Sanırım ölmemi bekliyorlar, bıktım senden diyorlar. Ben ölmeyeceğim demiyorum ki... Azrail sıra sende, haydi gel deyince gideceğim. Dünyaya kazık çakacak değilim.

O zaman mesele ne? Sahi derdiniz ne sizin organlarım? Çocukluk ve gençliğimde benimle birlikte hareket ederken yaşlanınca bu yan çizmenin izahı nedir şimdi? Hani yaşlılara saygı vardı bizim kültürümüzde. Biz başkasından kendimize saygı beklerken benden bir parça olan sizin bu saygısızlığınıza ne demeli? İnsan yarı yolda bırakır mı dostunu? Yapmayın, etmeyin. Beni ölmeden öldürmeyin. Siz benim elim ayağımsınız. Ben sizsiz ne yapabilirim ki? Çünkü siz olmadan ben bir hiçim. Bırakın da şu son günlerimi, ahir ömrümü teklemeden rahat bir şekilde geçireyim. Çok görmeyin bu garibe son demlerini huzur içinde geçirmeyi. Çünkü ben sizim, siz de bensiniz. Hep birlikte bir araya gelerek beni öbür dünyaya göndermeye ahdetmişseniz, bilin ki ben gidersem siz de benimle beraber gireceksiniz o toprağın altındaki karanlık mezara.

Sanmayın ki bu dünya size kalacak. O zaman neyi paylaşamıyoruz? En iyisi son demlerimizi bir ve beraber bir şekilde rahat ve huzur içerisinde geçirelim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde