Ana içeriğe atla

Pazar Alışverişine Giderken Ben


—Hanım! Bu hafta pazardan ne alınacak?
—Sebze meyve, havuç, bir de soğan.
—Bana soğan deme. Başka ne istersen iste.
—Kalmadı. Ne yapayım? Yemekleri nasıl yapacağım?
—Yemeği soğansız yap.
—Soğansız yemek olur mu? Yemeğin tadı olmaz. Yediğin yemekten bir şey anlamazsın.
—Varsın tatsız olsun. Soğan alarak ağzımın tadı kaçacağına yemeği soğansız yerim daha iyi.
—Soğansız yemek pişmez. Önüne yemek gelince bu yemeğin niye tadı yok diyeceksin.
—Yemeği tatsız da olsa yiyeceğim. Söz, bu yemeğin niye tadı yok demeyeceğim. Üstelik yemeğe bereket gelir.
—Ne bereketi?
—Soğansız yemeğin tadı olmayınca pişirdiğin yemek aynı gün bitmez. Kaldırır ertesi günü bir daha koyarsın. Böylece bugün ne pişireyim derdin olmayacak. Isıtıp ısıtıp koyacaksın önüme.
—Ciddi olamazsın!
—Hiç olmadığım kadar ciddiyim.
—Ben soğansız yemek yapamam ki...
—Sen iyi bir aşçısın. Yapacağına inanıyorum.
—Soğansız yemek nereden çıktı şimdi? Macera mı arıyorsun?
—Macera aradığım falan yok. Bir çıkış yolu arıyorum. Çünkü soğanın yanına varılacak gibi değil. Hani ateş bahası derler ya, işte öyle bir şey.
—Altın mı bu?
—Altını aratmaz. Üstelik rengi de benziyor.
—Ne yapacağız ya?
—Ne zaman ki soğan fiyatları makul fiyata iner. İşte o zamana kadar soğansız yemek yapmaktan başka çare yok.
—Son sözün bu mu?
—Bu.
—Soğansız yemek yapmayı deneyeceğim. Haydi bunu hallettik diyelim. Mesele sadece yemeğin içine atılan soğandan ibaret değil ki salata yaparken de soğan lazım. Sofrada yemeğin yanında yemek için de soğan lazım.
—Tıpkı yemeği soğansız yapacağın gibi salatayı da soğansız yapacaksın. Sofrada soğan bu durumda lüks sayılır. Onu da yemeyeceğiz.
—Yarın bana haydi hanım, iştahım açılsın bir soğan kes demeyeceksin.
—Tövbe billah demem. Şu durumda iştahımı düşünecek halim yok. Cebimi düşüneceğim. Hem bu vesileyle daha fazla yemek yemeyeceğim, atıştırıp kalkacağım. Hem soğandan kaynaklı ağzım acımayacak hem ağzım kokmayacak hem de soğana vereceğim para ya cebimde kalacak ya da başka bir yerde değerlendireceğim.
—Sen böyle değildin, değiştin farkında mısın?
—Hayat şartları değiştiriyor maalesef. Bundan sonra soğanı hayatımızdan çıkarıyoruz. Ben soğandan, soğan da benden uzak olacak. Küslük gibi bir şey yani!


Yorumlar

  1. Şu espirilerine hayranım. Her şakada bir gerçeklik payı vardır derler ya. Bu pahalılık nereye kadar. Pazarlar marketlerden daha pahalı. Bu gidişle herhalde yarım karın yaşayacağız. Gerçi zorunlu rejim açısından biraz da iyi gibi.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim Hocam. Espri olmazsa hep ciddi hayat çekilmez okur. Soğan bu senenin çok konuşulanı idi. Allah beterinden saklasın bizi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde