Ana içeriğe atla

Eyvah! Yoksa siz çocuğunuza akıllı cep telefonu mu aldınız?**

Ödüllendirme ve ihtiyaç kıstaslarımız değişti. Yarışmalarda verilen ödüller ile çocuğumuza karne hediyesi veya bir sınavdan başarılı olması sonucunda aldığımız hediyelerin çıtası epey yükseldi. Anne babalar bu işin içinden nasıl kalkacaklar bilemiyorum.

Ders çalışsın diye ilk önce masaüstü bilgisayarlar aldık, ardından dizüstü. Sonra hediye olarak tabletler almaya başladık. Şimdilerde ise akıllı cep telefonları olmazsa olmaz ihtiyaç ve ödüllendirme yöntemlerimizden.

Telefon kullanma yaşı epey aşağıya çekildi. Sadece iletişimi sağlayan konuşma ve mesajlaşma özelliği olan telefonlar çöpe atıldı. Daha hiçbir sorumluluk vermediğimiz çocuklarımız son model, 4x4 özellikli ve de akıllı telefonlarla tanıştı. Masraftan kaçınmadık, tüm velilerimiz yarıştı çocuğuna en iyisini almak için. Borçları ödemeye devam ediyoruz. Fakat alınca iş  bitmiyor. Her aldığımız telefon hemen demode oluyor, hızına yetişemiyoruz, sürekli model değiştirme yoluna gidiyoruz. Başka çocuklarda var, benim çocuğumun ne eksiği var diye gidip alıyoruz. Kimi veli isteyerek kimi istemeden. Saçımızı süpürge ediyoruz tabiri caizse. Tek istediğimiz var: çalışıp başarılı olması... Fakat dert bitmiyor. Şimdi de derdimiz çocuğumuz derse kendisini vermiyor; işi, gücü telefonla oynamak, onunla vakit geçirmek diyoruz. Nasıl çıkacağız bu işin içerisinden?

Ben bu nesle Şeytan’ı bol nesil diyorum: bilgisayarlar, tabletler, akıllı cep telefonları, sanal alem, chatleşme, dijital oyunlar... çocuklarımızın çok zamanını alıyor. Yolda, çarşıda, pazarda cep telefonuyla oynayamayan kulaklık marifetiyle müzik dinliyor hem de sabahın erken saatinden başlayarak. Yukarıda saydığım şeyler faydalı olmakla birlikte yerinde ve zamanında yeterince kullanılmadığı takdirde onulmaz yaralar açabiliyor. Çocuğuna cep telefonu alan bir pişman, almayan bin pişman. Cep telefonu ile tanışan okullu çocuk ders çalışmaktan uzaklaşıyor. Cebi olmayan çocuk da anasının babasının kafasının etini yiyor: telefon telefon diye. Zaten birimiz almaya görsün, diğer veli ve çocuklarımıza emsal teşkil ediyor.

Ders esnasında  öğretmenin konuşmasını telefonunun kamerasına alan,  zaman zaman da fotoğrafını çeken bir öğrencinin telefonunu aldık elinden. Aldığımız karar gereğince ders esnasında telefonu açık yakalanan çocuğun telefonunu bir ay boyunca vermiyorduk. Bir kaç gün sonra öğrencinin babası geldi odama: “Hocam çocuğumun cep telefonunu almışsınız, almış olduğunuz karar gereğince bir ay boyunca vermiyormuşsunuz. Ben size teşekkür etmeye geldim. Telefonunu bir ay değil, sene sonuna kadar vermeyin. Annesi de oğlanla bir oldu. Bana borç harç içerisinde bu telefonu aldırdılar. Zaten ders çalışmayı bıraktı. ” dedi. Velinin yüzüne baktım ağlamaklıydı, gözleri dolmuştu. Sadece velilerin değil, okulların da baş belası bu telefonlar. Kimi okul sabah gelince öğrencilerden telefon topluyor, kimi okul ders esnasında kapalı tutun diyor. Ne karar alınırsa alınsın okullarda sorun maalesef bitmiyor. 2004 yılında bir lisede çalışırken  10.sınıf bir öğrenci arkadaşlarının eteklerinin altına cep telefonunu götürerek fotoğraflarını çeker. Ardından da sanal alemde paylaşmakla tehdit eder. Çocuğun velisi okula çağrıldı. Durum babaya anlatıldı.  Baba : “Ne var bunda, bu daha çocuk” dedi. Ölür müsün öldürür müsün? Babaya göre çocuk yunmuş yıkanmış.

Akıllı cep telefonlarıyla ilgili sayısız örnekler verebilirim. Bu alet hem çocuklarımızı ders çalışmaktan uzaklaştırıyor, hem de sosyalleşmekten. Bugünkü çocukların başarısızlığının temelinde fütursuzca kullanılan bu telefonlar başrol oynamaktadır.


Çocuklarımızın her istediğini yapmak ve telefonun son modelini almakla geleceğimizin teminatı olan bu çocuklarımıza kötülük yaptığımızın farkında mıyız acaba? İnsan evladına kötülük yapar mı? Maalesef bu şekilde kötülük yapıyoruz. Bir defa üniversiteye başlamadan önce çocuğumuz akıllı cep telefonuyla tanışmamalı. Kullanacağı telefon  konuşma ve mesajlaşma özelliği olan telefondan başkası olmamalı. Yoksa daha çok saçlarımızı süpürge ederiz, eğer saçımız kalırsa tabii… 

02.05.2016 tarihinde kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde