Ana içeriğe atla

"Ben hayattan hiç zevk almadım da" **

Bugün yanıma bir genç yaklaştı amca bir şey sorabilir miyim diye. Buyur delikanlı dedim. "Yaşın kaç" dedi. Hayırdır dedim. "Hiç, bir şey soracaktım da" dedi. 53 yaşındayım deyince, "Amca ben 23 yaşındayım. Bugüne kadar hayattan hiç zevk almadım da acaba siz aldınız mı diye soracaktım" dedi. Büyüyüp sorumluluk arttıkça insan hayattan zevk alamaz, zevk ancak çocuklukta alınır dedim. "Doğru amca, teşekkür ederim" dedi uzaklaştı.
***
Geçen yıl yanıma 17-18 yaşlarında yine bir genç geldi. Benden önce sigara istedi, ardından ateş. Uzattım çakmağı ve sigarayı. "İşten kaçtım" dedi. Niye dedim. "Çalışmak istemiyorum ben" dedi. Nerede çalışıyorsun, niçin kaçtın deyince, "Ben amcamın yanında marangoz olarak çalışıyorum" şeklinde cevap verdi. İyi de çalışmazsan sana kim bakacak dedim. "Babam baksın, madem beni doğurmuş, bakmayacaksa niye doğurdu, ben dünyaya gelmek istemiyordum" dedi. Çalışmazsan emekli olamazsın, sosyal güvencen olmaz dedim ise de o, "Ben emekli olmak istemiyorum, güvencem de olmasın. Madem beni doğurdu, baksın bana, bana mı sordu beni doğururken" cevabını yineledi. Baktım genç laftan anlamıyor. Az daha uğraşsam bana işimi bıraktıracak. Bu arada otlakçılıktan da pek rahatsız değil anlaşılan. Benim de hoşuma gitmedi değil hani. Uzaklaştım yanından.
***
Size  karşılaştığım iki örnek. Bu şekilde düşünen gençlerin sayısı ne kadardır bilmem. Bu gençler hayattan niye zevk almazlar, niçin çalışmak istemezler? Daha bu yaşta hayattan bezmek de neyin nesi?  Daha hayatın cenderesinden geçmedi bunlar. Gençliği niçin memnun edemiyoruz? Seçme hakkı verdiğimiz bu gençlere biz seçilme hakkı verilsin diye konuşuyoruz. Nasıl bir psikolojiyle yetiştiriyoruz biz bunları? Çoğu kendisiyle kavgalı bunların. Bu arada antrparantez söyleyeyim, pırlanta gibi olan gençlerin sayısı da az değil.

Gençlerin mutlu olmadığını giyim-kuşamlarından, kılık-kıyafetlerinden anlayabiliriz. Bir çoğu  farklı olduğunu göstermek ve dikkat çekmek için gülünç olacak şekilde giyiniyor. Yediğimizi yemiyor, giydiğimizi giymiyor. Bir kısmı teröre bulaşıp öldürüyor, bir kısmı gerekirse canlı bomba olup kendisiyle birlikte yüzlerce masumu havaya uçuruyor. Ölümü ve öldürmeyi göze aldığına göre hayattan beklediği olmasa gerek, demek ki hiç mutlu değiller. Üstelik teröre bulaşanların, canlı bomba olanların ekseriyeti de üniversite öğrencisi ya da mezunu. Demek ki okullardan  bir şey almamış  ya da okullar bir şey vermemiş... Çoğu isyanlarda. Neye, kime? Belli bile değil. Bunlar yarının büyükleri olacak. Ülkeyi emanet ettiğimiz-edeceğimiz kişiler bunlar. Üstelik bu hafta “Gençlik Haftası.” Onların haftası yani.

Hayattan bu kadar kopmalarının sebebi üzerinde durmak lazım. Bu hayat niçin onların beklentilerine cevap vermedi? Öyle zannediyorum. Bunlar ailesinden, ailesi de bu tiplerden şikayetçidir. Belki de zevk alarak çalışabilecekleri bir iş bulamadılar. İşi buldular, parasını beğenmediler. İyi bir iş sahibi olmak için okumayı seçtiler, belki de beceremediler. Okudular, yine iş bulamadılar... Kim bilir?

Gençliği iyi dinlemek, fikirlerini iyi incelemek lazım. Saçma deyip ayıplamak, susturmak, kızmakla bir yere varamayız. Saçmalık belki de bizim onları anlayamadığımızdandır. Birbirimize fransız kalmayı, körler ve sağırlara oynamayı bırakmamız lazım. Fikirlerine değer verilmedi mi insanoğlu, kendisine değer verilmediği hissine kapılır. Ya içine kapanır, ya da iyice açılır: isyanlara oynar. Adı üzerinde: delikanlı. Her iki yol da sıkıntılı ve sakıncalıdır. Çözüme ulaştırmaz bizleri.

Üniversitelerimiz, sosyolog ve psikologlarımız: Başka ülkelerde yapılan bayat incelemeleri bilimsel diye kitaplarına koymayı bırakıp; bize özgü, bize ait bu gençliğin: “Ne istediği, nereye gittiği, niçin mutlu olmadığı..” gibi sorular üzerine yoğunlaşıp çözüm yolları üzerine kafa yormalı, derinlemesine inceleme yapmalı. Onlardaki boşluk nedir? Önce onu bulmalı...

Bilelim ki, gençleri mutlu olmayan ülkenin geleceği de olmaz. Çünkü onlar bizim geleceğimizdir.

** 19.5.2016 tarihinde Kahta Söz Gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde