Ana içeriğe atla

"Öp hocanın elini"

Bazıları ne de çok el öldürmeyi seviyor. Uzaktaki bir masada oturmakta iken liseden bir hocam kalktı, masama geldi. Elini uzattı öpülecek vaziyette, "Öp bakıyım hocanın elini" dedi. Ayağa kalkıp elini düzeltip tokalaştım. Hocam babam bile bana doğru dürüst elini  öptürmedi dedim. "Ben senin hocanım öpeceksin tabii" dedi. Eyvallah hocamsın ama sen bana öyle her eli öpme diye öğretmedin mi deyince, " Tabii öyle öğrettim" dedi, ardından bir başka olay anlatıp yanımızdan ayrıldı.

Beni görünce arkadaşlarını bırakıp ne hevesle gelmişti halbuki elini öptürmek için. Emekli öğretmenimin hevesi maalesef kursağında kaldı.

Bizde el öpme saygı ifadesi sayılır. Bazı siyasilerimiz de bunu çok yapar. Fanatikleri hatta el öpme sırasına girerler. Ben bu hareketi çok uygun görmüyorum. Anne-babanın, amca ve halanın, teyze ve dayının, çok yakın akrabanın elinin öpülmesini anlarım. Sende çok emeği olan bir büyüğünün elinin öpülmesini anlarım. Anlamadığım her önüne gelenin elini öpmektir. Sonra küçükler öpmek için hamle yapsalar bile büyüklerin öptürmemek için elini aşağıya veya kendine doğru çekmesi yine güzel adetlerimizdendir. Haydi içimden geldi öperim. Zorla öptürmeye çalışmak da neyin nesi Allah aşkına. Bu konuyu abarttığımı düşünebilirsiniz. Aynı kişi ile bir ay önce karşılaştığımda da elini sıktığımda,  "Oğlum, öp sene hocanın elini" dediğini" belirtmek isterim. Anlaşılan bu işi hobi haline getirmiş, zoraki el öptürmek suretiyle sanırım yanındaki emekli arkadaşlarına, " Bakın, öğrencilerim nezdinde benim ne kadar  itibarım var" hissini vermeye çalışıyor olmalı.

El öpmede sorunum yok. Büyüklerin elini öperiz öpmesine de. Büyükler yeter ki, elini öpülecek pozisyonda uzatmasın.

Sonuç mu dersiniz. Elini öpmedim ama az sonra gitti dışarıdan şeftali getirdi. Masalardaki tanıdıklarına birer tane verdi, bana vermedi. Hatta bizim masaya yaklaşmadı bile. Anlayacağınız şeftaliden mahrum kaldım. Yine her zaman ki gibi baltayı taşa vurdum sanırım. Ne bilebilirdim ki az sonra şeftali dağıtacağını. Öperdim elini kapardım şeftaliyi. Nasip değilmiş diyeceğim ama sanki ben nasibimi kendi elimle teptim gibi. 22.05.2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde