Ana içeriğe atla

Ah bu törenler! *

Anne-babanın ömrü hep; bir çocuğum olsa, doğacak çocuğum sağlıklı olsa, bir büyüse, iyi okullarda okusa, bir bitirse, işini bir kursa,  bir evlendirsem... gibi ‘-se’, ‘-sa’ sürer gider.

Hayat nedir deseler? Bir koşuşturma derim. Hepsi hayatın olmazsa olmazıdır. Bir cilvesi; tatlı bir heyecan ve telaştır…

Son yıllarda artarak devam eden bir koşuşturma daha ortaya çıktı: törenler. Mezuniyet töreni, yemin töreni gibi. Mayıs, haziran ayları mezuniyet günleri, yılın belli aylarının cuma günleri ise yemin töreni. Bu törenler vazgeçilmezimiz oldu artık. Mutlaka yapılacak ve törende bulunulacak. Bu tören zamanları geldi mi, başta anne ve babalar olmak üzere, yakın akraba ve dostların da bu tür törenlere katılma koşuşturması baş gösterir. Türkiye'nin bir ucundan diğer köşesine bir sirkülasyon olur. Kalacak yer ayarlamalar, işyerinden izin almalar; hangi araçla, ne şekilde ne zaman gitmenin planlaması yapılır. Yemin törenlerinin cuma günleri yapılması bir gelenek haline geldi. Mezuniyet törenleri ise hafta içi ne zaman uygunsa artık.

Törenlerin yapıldığı günlerde şehirler dışarıdan gelen ziyaretçi ve misafirlerle dolar taşar. Otellerde doluluk oranı zirveye çıkar. Bu günlerde yer ayırtmak ve bulmak ailelerin sıkıntısı... Kalacak yeri bulan şanslı, bulamayan ise bütün alternatifleri masaya yatırır, çalmadık kapı bırakmaz. Kalacak yer ayarlanınca önce  bir sevinç bir sevinç. Çünkü evladının mürüvvetini görecek, sevinçli anında yanında bulunacak. Ardından maliyetler kendini gösterir. Bütçe hesabı yapan kara kara düşünür: yol ve konaklama, yeme ve içme masrafı... gibi. Dudakları uçuklamayıp da ne yapsın? Bir de böyle günlerde giyim- kuşam alınacaksa – ki mutlaka alınır- adamın vay haline!...

Dudakları uçuklayan bir kesim daha var: kurumların yöneticileri. Çünkü törenlere gideceklere izin vermesi, yokluğunu telafi etmesi, yokluğunu hissettirmemesi gerekiyor. Hele bir de aynı kurumda çalışanlardan birden fazlası törenlere katılacaksa ne yapacak? Yatıp ağlayacak, kalkıp ağlayacak artık.

Bu törenlere en fazla sevinenler öyle zannediyorum törenlerin yapıldığı yerlerdeki alavere yapılan yerler. Nispeten bir canlılık gelir, hareketlilik olur girdilerde. Törenler de ortalama 1-2 saatte biter. O kadar uzak yoldan gelme, meşakkat, telaş ve maliyetlerin hepsi bir saatlik tören için. Çocuğumuzun mutluluğu, önemli bir gününde yanında bulunmak gurur verici mutlaka. Belki de o bir saatlik merasim tüm yorgunluğa bedel olabiliyor. Törenler artık bir sektör haline geldi. Bir giden oldu mu artık gitmek istemeyen de gitmek durumunda kalıyor. Katılana niye katıldın, katılmayana niçin katılmadın deme durumum yok. Sanki bu tür törenleri biraz abartıyoruz gibi geliyor bana. Şöyle bir düşünelim. Hangimizin yemin merasimine, ya da mezuniyetimize anne-babamız katıldı? Belki de birçoğumuzun bitirdiği okuldan ve yerinden haberleri bile olmadı. Kendimiz gittik, kendimiz mezun olup geldik. Bizim yemin törenlerimiz ve mezuniyetlerimiz masrafsız idi. Kimse sıkıntı ve telaşa kapılmadı. Büyüklerimiz işini gücünü bırakıp gelmedi yanımıza. Şimdi hangi çocuğun mezuniyetine hangi aileden kaç kişi katılıyor, amma da seveni varmış izlenimi alıyoruz. Kazara gerek yok diye çocuğunun mezuniyetine gitmez isen evladın garip kalıyor oralarda.

Eskiler gitmedi, biz de mi gitmeyelim diyebilirsiniz. İster gidin, ister gitmeyin. Törenlere gidilecekse geride bıraktığımız işimizi ihmal etmeyelim.


Mezuniyet törenleri okullar bittikten sonra hafta sonu, yemin törenleri de mutlaka tatil günlerinde yapılmalıdır. 22.05.2016

* 28.05.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde