Ana içeriğe atla

Ne insanlar tanıdım senin sayende para!

Öğrenci pansiyonu olan bir liseye öğretmen olarak atandım. Okula atanır atanmaz yurdu kucağımda buldum. Çünkü 60 öğretmenin görev yaptığı okulda gece öğretmenliği ve belletmenlik yapacak yeterince öğretmen bulunamamış. Okul müdürü 20 öğretmenle zümre  toplantısı yaptı nöbet görevi için. "Arkadaşlar! Okul bizim, öğrenci bizim, yurtta nöbet tutacak arkadaşlara ihtiyacımız var" dedi. Büyük bir kısmı: " Hocam, eşim yalnız kalamaz, korkar. Çocuğum bensiz uyuyamaz..." gibi mazeretler öne sürdü. İhale 7 öğretmene kaldı. Haftada bir gün nöbet tutmaya başladık. Nedense nöbet tutanların ekserisi  o şehrin yabancısı idi.

Nöbet ücreti sembolik bir ücret idi. Okul koruma derneği karşılıyordu ücreti de. 150-180 öğrencinin kaldığı yurtta tek öğretmen görev yapıyordu.

Bir sabah okula geldiğimde masada bir imza sirküsü buldum, pansiyonda nöbet tutacak gece nöbetçi öğretmeni için 6 saat ek ders ücreti ödeneceğinden nöbet tutmak isteyen öğretmenler imza sirküsündeki ilgili yere istiyorum, istemiyorum şeklinde yazarak imzalarını atmaları isteniyordu. Nöbet görevi isteyen ve istemeyenlere bir göz attım. Neredeyse istemeyen yoktu. Birkaç kişi dışında herkes istiyorum demişti. ismimin karşısını imzalayarak istemiyorum yazdım.

Ertesi gün müdür yardımcısı çağırdı: "Çatlak mısın? Bedava iken yurtta nöbet tutuyorsun. İş ücretli hale gelince tutmuyorum diyorsun" dedi. Yeni mi farkına vardın dedim. "Ben senin yazdığın istemiyorum kararını istiyorum şeklinde değiştirdim ve nöbet tutacaksın" dedi.  Tutmasına tutayım hocam. Okulumuzdaki bazı arkadaşlarda olumlu yönde bir değişiklikler olmuş, bana ihtiyaç olmaz sanırım. Artık, bazılarının eşi akşam yalnız kalabiliyor, korkmuyor, çocukları babasız yatabiliyor dedim, güldü.

Bir ay kadar nöbet tuttum üçer kişi birden. Eskiden o kadar öğrenciye tek öğretmen bakıyordu. Şimdi üç kişi birden. Allah'tan istedik bir göz. Rabbim verdi üç göz birden. Üstelik altı saat ücret de fena değildi. Ücretler şimdiki kadar yüksek olmasa da.

Bir ay kadar nöbet tuttuktan sonra yeni çıkan norm kadro yönetmeliği gereğince okulumda norm fazlası oldum. Çünkü en son gelen öğretmen idim. Teneffüste yanı başımızdaki koordinatör okula norm fazlası öğretmen olarak göreve başladım. Ders zili çalmadan norm fazlası kabul edildiğim eski okulumdaki derslerime devam ettim. Eski hamam eski tas yani.

Eski hamam eski tas olmadığını yeni yurt nöbet çizelgesi hazırlandığında farkına vardım. Çünkü yeni listede yurtta nöbet  tutan kimseler içerisinde ismim yoktu. Sebebini sorduğumda: "Hocam artık siz bizim öğretmenimiz değilsiniz" cevabını aldım. Hocam şu kadar yıl birlikte çalışıyoruz, ben yine aynı okuldayım, ders programı bile değişmedi, Sadece kadrom yeni yönetmelik gereği koordinatör okul bünyesine alındı. Bana, biz bu arkadaşlarla çalışmayı tercih ettik, bunlar daha iyi nöbet tutar deyin eyvallah diyeceğim. Ya da siz yabancısınız, siz yarın gideceksiniz, ben buradakilerle birlikte kalacağım, bunlar benim akrabam deyin yine eyvallah diyeceğim. İlgili yönetici: Mevcut nöbet tutacaklar iyi nöbet tutar iddiasında değilim, tercih etmiş olsam onlardan bir kısmıyla da çalışmam. Ama durum bu. Çünkü artık siz bizim öğretmenimiz değilsiniz" dedi.

Ne ücretsiz iken ne de ücretli iken yurtta nöbet tutmaya sıcak bakmamıştım. Çünkü her gün bir nöbetçi öğretmenin ortaklaşa kullandığı yatakta rahat edemiyordum. Kendimi de askeriyede sanıyordum. Ücretli hale getirildiği zaman üstelik istemiyorum demiştim. Fakat "Artık bizim öğretmenimiz değilsiniz" şeklindeki bir mazeretle nöbetten ayrı tutulmam zoruma gitmişti. Yine de bu  yurt nöbeti benim  ve başkaları için bir sınama yeri oldu. Sembolik bir ücret iken yurtta görev almayanların nöbetler ücretli hale geldikten sonra daha önce öne sürdükleri, "Eşim korkuyor" şeklindeki mazeretler sona ermiş, hiç nöbet tutmayan okul idarecileri nöbet tutar hale gelmişti. Gözünü sevdiğimin parası, ne kadar  elimin kiri olsan da insanları denemek için gerekli olduğunu anladım.

Bu dönem 28 Şubat sürecinin yaşandığı dönemlerdi. Bazı meslektaşlarım daha önce yüzlerini göstermişlerdi. Zira benden önce norm fazlası olan öğretmenlerimizin ilişiklerinin kesilerek bir başka okula gitmeleri söz konusuydu. Bu hafta gidecekler, öbür hafta gidecekler şeklinde konuşulurken öğretmenler odasında bir kişinin: "Ayrılacak öğretmenlerin  ilişikleri haftaya kalmış. Olur mu böyle yav. Gideceklerse gitsinler, biz de üçer saat daha ek dersimizi alalım" şeklinde konuşunca dayanamadım. "Kardeş, koyun can derdinde sen ise et derdindesin. Ayıp bu yaptığın. Yıllardır birlikte çalıştığın arkadaşlarının bu süreçte istemeyerek de olsa gidecek olmaları seni üzmesi  en azından üzülür gibi davranman gerekirken sen üç saatlik ek ders derdindesin, başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmaya çalışıyorsun" dedim, Hiç tınmadı bile. Güldü geçti. Çünkü onun için her şey para idi. Bu psikolojideki bir insanla konuşmak bile zül idi aslında. Bu aşırı para düşkünü meslektaşımı çoktan tanımıştım aslında. Önceki yıllarda mesleki tatbikat kolu olarak son sınıf öğrencilerin değişik camilerde hutbe okuması ve cuma kıldırmaları  için planlama yapıldığında her camiye gönderilen öğrenciye bir de rehber öğretmen belirlenmişti. Gitmezdi o meslektaşımız o öğrencileri dinlemeye. Niye gitmedin, gitmiyorsun dediğimde, "Verin ek dersi gideyim camiye" derdi.  Şaka mı yapıyordu. Asla. Onun her şeyi para idi çünkü.

İnsanları test etmek için para, makam, şöhret ve kadın süzgecinden geçirmek lazım. Elinde imkanı olmayan insanların dürüst ve doğru konuşmaları bizi aldatmasın.  15/05/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde