Ana içeriğe atla

Başımızın belaları *

Diyarbakır'da polis aracına bombalı saldırıda bulunulmuş, 12'si polis olmak üzere 45 kişi yaralanmış, 3 tane örgüt üyesi ölmüş. Yine kan, yine gözyaşı. Bitmiyor çilemiz, derdimiz. Vakayı adiyeden oldu artık bombalı eylemler, ölümler, öldürmeler. Günlük kan görmesek, şehit haberiyle sarsılmasak bugün bir anormallik var diyeceğiz neredeyse.

Bazen gazetelere düşen fotoğraflara bakıyorum. Görüntüler savaş ortamlarında olmaz dedirten cinsten. Her yer virane, her yer harap olmuş. Bir daha yaşanılmasın, burada insan yaşamasın, bana yar olmayacak dünyayı insana zindan edeceğim görüntüleridir bunlar.

Diyarbakır'ın, Güney Doğu'nun makus talihi oldu artık hep kan, hep gözyaşı. O bölge ne güldü, ne de güldürdü. Hiç eksik olmadı o bölgede ayrık otları ve dış güçlerin emelleri. Az sayıdaki kötü, dünyaya hakim olmuş, yerin altını üstüne getiriyorlar. Sessiz iyilerin sesi çıkmıyor tıpkı Güney Doğu bölgemizdeki mağdur, mazlum sessizlerin sesinin çıkmadığı gibi. Belki de ses veriliyor, seslerini duyan yok. Ya da çaresizlik karşısında içlerine attılar. Ateş kor gibi içlerini yakıyor. Belki de Allah'a havale ettiler kendi içlerindeki uslanmaz kötüleri. Gör bizi ya Rabbi diyorlardır. Bu durum hırsız hikayesini hatırlatıyor. Hani çocuk demiş ya: “Babaaaaa, hırsız yakaladım.” 
İçeriden babanın sesi duyulmuş:
- Getir oğlum. 
- Gelmiyor.
- Bırak gitsin o zaman. 
- Gitmiyor. 
- Allah Allah, sen gel bari. 
- Beni de bırakmıyor.
İçlerindeki kötülere, " Gidin buradan" diyorlar. Gitmiyorlar. "Silahı, öldürmeyi bırakın" diyorlar, bırakmıyorlar. " O halde bizi bırakın kendi halimize" diyorlar, onu da yapmıyorlar.

Doğu, Güney Doğu ne yapsın, onu söyleyin bari. Bizim oradaki terör örgütleriyle mücadelemiz körler ve sağırlar savaşıdır. Biliyorsunuz körler görmez, rastgele vurur, sağır dinlemez, çünkü işitmez. Vurdukça vurur.

Ben insan görünümlü bu insan azmanlarını anlayamadım. Ne menem bir varlık bu böyle. Ölünce beyhude yere, bir hiç uğruna gidecek. Öldürünce o vicdan azabıyla bu dünyada nasıl mutlu olacak. Başkasının mutsuzluğu üzerine nasıl mutluluk kuracak? Yoksa bunlar insan değil mi? Robot mu, uzaylı mı, başka bir Galaksiden mi?

Peygamberler şehri diye anılan Diyarbakır  ne ile anılır hale geldi? Devlet aklı selim düşünmeli. Belli bölgeleri mesken edinmiş az sayıdaki kötülerle yani sivrisineklerle mücadele etmektense, ülkemizde emelleri olan dış güçleri yani bataklıkları kurutmalı. İyi bir diplomasi yürütmeli. İçimizde tarafeynin  akıttığı kan, problemleri çözmez, onulmaz yaralar açar. Kin, intikam tohumlarını eker. Çünkü her ölüm kaostur, krizdir, yara ve dertleri derinleştirir.

Hiçbir ebeveyn terörist olsun diye çocuk doğurmaz. Hiç bir çocuk, büyüyünce terörist olacağım diye dünyaya gelmez. Hiçbir aile bu çocuğum öldürülsün, şehit olsun diye doğurmaz. Nasıl büyüttük, nasıl yetiştirdik, kim yetiştirdi bunları? Nasıl çözeceğiz bu problemi? Çözmede aciziz gayri anlaşılan. Nasıl aramazsın Musa Peygamberin bir müddet yolculuk yaptığı - biz de Hızır diye bilinen- kişiyi. Hani o, bir çocuğu öldürmüştü ya, Musa'nın itirazına rağmen: Bu çocuk, büyüyünce asi olacak. Bu yüzden öldürdüm diye. Keşke günümüzde böyle biri olsa, ya da elimizde bir sihirli deynek olsa. Doğar doğmaz, " Bu, büyüyünce terörist olacak, bombacı, ya da canlı bomba olacak" diye söylese de küçükken temizlesek bu baş belâlarını. Hatta daha anne karnındayken ezsek bu sinsi yılanların başlarını...

Mücadele etmeye edelim, ezmeye ezelim ama köşe başlarını tutmuş, dünyaya yön ve nizamat(!) veren, barış havarisi kesilen, alemi yaşanmaz hale getiren insan görünümlü, yüze gülen, üç kuruş menfaati için dünyayı piyonlarına yakıp  yıktıran, makam sahibi kravatlı müsveddeleri ihmal etmeyelim. Yılanın başı esas onlar...11.05.2016

13.05.2016 tarihinde Kahta Söz Gazetesinde ve Anadolu'da Bugün internet Gazetesinde, 
14.05.2016 günü Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde