Ana içeriğe atla

Boşanmalar


Boşanmalar aldı başını gidiyor. Birçok çift evlenir evlenmez soluğu ayrılmak için mahkemede alıyor. Toplumun temel taşı olarak kabul edilir aile biliyorsunuz. Bu gidiş nereye gidecek? Son yıllarda ayrılmalardaki bu artışı neye bağlamak lazım? 

Şimdi evlenenlerin çoğu evleneceği eş adayını kendisi bulmasına, görücü usulü ile evlenenlerin sayısı iyice azalmasına rağmen evlilikler bir türlü rayında gitmiyor. Ayrılanlarda eğer bir de çocuk varsa vay halimize. Bu durumda  ne anne rahat eder, ne baba, ne çocuk, ne de tarafların ebeveynleri. Çoğu zaman çocuk orta yerde kalıyor. İstisnaları vardır ama her orta yerde kalan, parçalanmış aile çocuğu toplumun temeline konmuş bir dinamittir. Boşananların sayısı arttıkça evlenmeyenlerin sayısı da artmaktadır. Acaba benim de geçimim olmaz mı diye. Kimi de başımı bağlamayayım diye evlenmiyor, kimi aday aramada çok seçici davranıyor. Koyduğu prensipler çerçevesinde kılı kırk yarıp aday arıyor. Bir türlü istediği nasip karşısına çıkmıyor. Hasılı  evlenemeyen bir pişman evlenen bin pişman. Sorun eşlerin çalışması diyeceğim ama bakıyorum bu mesele eşi çalışmayanlarda da yaygınlaştı.

Her evlenen boşanmak için evlenmez. Ayrılıklarda vardır mutlaka bir sebep. Ayrılanları da kesinlikle ayıplamıyorum. Kimin başına ne zaman ne geleceği bilinmez. Ne zaman parçalanmış bir aile görsem yüreğim paralanır.  Bir evde büyümüş kardeşler bile çoğu zaman anlaşamazken farklı ev ve kültürlerde yetişenlerin bir araya gelmesiyle kurulan evliliklerde de anlaşmazlıklar ortaya çıkabiliyor. İki insanın, iki can taşıyan varlığın bir araya gelmesiyle sıkıntılar başlar. Yani insanın olduğu yerde sıkıntı olur. Önemli olan sıkıntıyı, problemi çözmeye çalışmak lazım. En ufak bir şeyde çat kapı gidilirse iki insanı bir arada tutamazsınız.

Her ailenin, her boşanmanın kendine özgü sebepleri vardır. Bildiğiniz gibi sosyal olaylarda tek sebep olmaz. Burada bu konuyu ele almaya çalışacağım.  Sanırım evliliklerde çok beklenti içerisine giriyoruz. Beklentilerimiz karşılanmayınca sıkıntılar başlıyor. Kız ailesindeki aşırı korumacılık, oğlanın ailesindeki oğlan elden gidiyor endişesi, kadının sosyal güvencesinin olması, eşlerin birbirini anlamadığı konularda asgari müştereklerde anlaşacakları yerde birbirlerini düzeltmeye çalışmaları, eşlerin birbirini aldatması, birbirine şiddet uygulaması, heveslerini çabuk almaları, aradaki problemi çözecekleri, birbirlerini yatıştıracakları  yerde eş ailelerinin yangına körükle gitmesi, üçüncü şahısların laf getirip götürmeleri, dert ortaklarının akıl vermesi... gibi nedenler sayılabilir. Hangi neden olursa olsun adı: şiddetli geçimsizliktir.

Bir evlilik kolay kurulmaz. İki ayrı doku bir araya geliyor. Birbirlerine şans ve zaman vermelidirler. Hele çocuk olmuşsa birinci öncelikleri çocuk olmalıdır. Mademki çocuk bizim her şeyimizdir. Çocuk: “Ben bu dünyaya gelir gelmez dert dinlemeye mi geldim, madem ayrılacaksınız benden ne istediniz” dese aile ne cevap verecek merak ediyorum. Aslında her şeyde olduğu gibi bu konularda da iletişim yolu açık tutulsa meselelerin büyük bir çoğunluğu çözülebilir. Her şeyde olduğu gibi bu konuda fevri davranmamak lazım, sabırlı olmak gerek.  Ayrıldığı zaman eşlerin sorunu bitiyor mu? Bitecek mi? Taraflar mutlaka bunu da düşünmeli. İki tarafın anne babası bir araya gelerek  evlenen çiftleri bir arada tutmak için çaba sarf etmelidirler. Evliliğin devamında sorun çözmek için haklı-haksız aranmaz. Taraf tutulmaz. Eğer illa taraf tutulacaksa kızın ailesi damadı, oğlanın ailesi de gelini tutmalı, herkes kendi çocuğuna kızmalıdır. Kavga gürültülerde yangına körükle gidilmemeli, “Efendim, sanırım bir yanlış anlama var, şunu kastetmiştir” denmeli. Asla laf taşınmamalı. Çiftler iki tarafın anne babasına daha sık gelip gitmeli. Aileler çocuklarını uzaktan izlemeli, sıkıntı hissettikleri zaman dünürler bir araya gelip, “Dünür, ben şöyle bir durum seziyorum, senin izlenimin nasıl, bu konuda ne yapabiliriz” şeklinde istişareye açık olmalıdır.

Eşler ayrılmayı düşünmeden önce kendi anne babalarının yılların birlikteliğini örnek almalı, doğan çocuklarını düşünmelidirler. Hiçbir anne babanın çocuğunun boynunu bükmeye hakkı yoktur. 06/05/2016




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde