Ana içeriğe atla

Dersimiz Matematik

Lise 3 ve 4.sınıfta 45 kişilik bir sınıf mevcudumuz var idi. Aynı öğretmen 2 yıl dersimize girdi. İyi Matematik bilirdi. 

Sınıf hakimiyeti biraz zayıftı. O tahtada ders anlatır kısık sesiyle. Sınıf ise arkayı kaynatırdı. Birkaç defa hocam sınıfın sessizliğini sağlayabilir misiniz dedim. “Susun” demesiyle oluşan anlık sessizlik az sonra eski halini alırdı. Baktım olmayacak defteri kitabı kapattım, dersi de dinlemedim. Zaman zaman geçmek bilmeyen derse renk katmak için parmak kaldırır. Hocam! Ben hayvanlardan yılandan derslerden de Matematikten korkarım derdim. O da hafifçe gülümser, yine dersine dönerdi. Ben anlamadım, anlayamıyorum derdim. O, bildiğini okurdu. 

Sınav zamanı geldi çattı. Şimdiki gibi kaynak da yok. Tek kaynağımız öğretmenin tahtada çözdüğü problemleri deftere geçirmemizdi. Ne yazık ki ben deftere de yazmamıştım. 

Akşam oldu sınıf arkadaşım Hacı’dan defteri istedim. Ben çalıştıktan sonra sana vereyim dedi. O çalıştı yat saatine  kadar. Ben bekledim. Yurdun etüt saati bitti. Hacı bana defteri verdi. Defteri baştan sona kendi defterime geçirdim. Sonra defterde yazılı problem ve alıştırmaları bir defa bakarak çözdüm. İkinci kez, aynı problemleri çözümüne bakmadan çözmeye çalıştım. Gecenin geç vakti olmuştu zaten. Gittim uyudum.

Ertesi gün teksir edilmiş sınav kağıtları önümüze konduğunda abcd grupları vardı. Hep iki grup görmeye alışmıştık halbuki diğer derslerde. Hocamız, benim için soru hazırlamak  çocuk oyuncağı dedi. Hatta 45 ayrı grup yapabilirim demişti.

Lise 3'cü sınıfın ilk Matematik sınavıydı. Ünite yanlış hatırlamıyorsam trigonometri ve logaritma konuları idi. Ne işe yaradığını, nerede kullanıldığını bilmesem de  'Sin. Cos. Tan. Cot. gibi trigonometri terimleri hala aklımda.

Sınavı olduk. Sonuçlar açıklandı. Onluk sisteme göre 10 üzerinden 8 almıştım. Benimle beraber iki arkadaş daha. 8'in üzerinde puan yoktu zaten. 

Dersi sonradan geçirmenin zorluğunu görünce dersi derste yazmaya başlamıştım. Bazen anlamadım diye parmak kaldırırdım. Hoca bana: " Otur sana inanmıyorum. Anlamadım diyorsun sonra  gidip 8 alıyorsun" derdi. Yüksek not almam  bu dersi anladığım anlamına gelmiyordu ama neyse. 

Fakülteyi bitirip öğretmen olduktan sonra birlikte çalıştığım bir meslektaşım Matematikten konu açıldığı zaman: "Trigonometri aslında önemli bir konu. Kubbe yapımında onun ölçüm ve hesaplamalardan yararlanılır" deyince bu konuya sevgim arttı ama iş işten geçmişti bir kere. 

Ben Matematik derslerini, sevmediği yemeği ölmeyecek kadar yemek zorunda kalan bir çocuğun durumuna benzetir, geçecek kadar not alırdım. Bana okul hayatında anlatılan Matematik konularının günlük hayatta nerelerde kullanıldığı anlatılsaydı bu derse bakış açım daha farklı olurdu ve sevdiği yemeği ölümüne iştahla yiyen çocuk gibi zevkle Matematik öğrenmeye çalışırdım. 

Şimdi Matematik öğrenmeye kalksam "Alim mi olacaksın" derler.  Bu da geçti artık.

Haydin Matematikçiler, Matematik dersinde bir konuyu işlemeden önce bu konu nerelerde kullanılır, ilk önce burdan başlayalım bu dersi işlemeye. Önce sevdirelim. Her sınıf seviyesine göre konu ve öğretim konularını belirleyen yetkililer gelin bu konuları azaltalım. Bir de her teorisi işlenen konunun yerinde pratiği yapılsın. Basitten zora doğru öğretelim. Bu zevkli, faydalı ve gerekli dersi zorlaştırmayalım. Sınıfın seviyesine inelim. Sonsuz rakamlarla Matematiği işleyelim. XYZ, ABCD gibi harfleri bırakalım. Sapla samanı karıştırmayalım. Günlük hayatta kullanılan ve işe yarayan Matematik öğrenelim. Zekamız gelişti gelişeceği kadar. Biraz da sadede gelelim. Niçin gerekli olduğunu bilmediğim hiçbir şeyi bal da olsa yemem. Lütfen zorlamayın. Gereksiz bilgi hamalı yapmayın çocukları. Bilmem şu özellikteki havuz ne kadar sürede dolar - boşalır problemlerinden vaz geçelim. Siz bana havuzlu bir ev verin, ne kadar da doldurursam doldurayım. Size ne Allah'ın aşkına! Kara köklü sayılar ne işe yarar? Niçin o güzelim rakamları kara kökün içine girdiriyoruz. Sonra da çıkarmaya çalışıyoruz. Madem çıkarılacaktı, niçin girdiriyorsunuz? 

Matematiğin kendisi korkunç değil, esas korkulacak olan sizlersiniz.  Matematik öcü değil, öcü sizsiniz. Teog, YGS ve ÖSYS sınavlarında bu kadar düşük ortalama size esas sorunun siz olduğunu söylemiyor mu? Hala ne zaman anlayacaksınız bu problemi? 15.05.2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde