Ana içeriğe atla

Kim yapar kadınların kendilerine yaptığı eziyeti?

Bir yerde birden fazla insan var, birlikte bir iş yapıyorlarsa işten verim alabilmek için mutlaka iş bölümü yapılmalıdır. İş bölümünün bilinmediği yerlerde birbirlerinin işine, görev alanına müdahaleler başlar bir müddet sonra.

Toplumda kadın-erkek birlikte yaşıyoruz. Kadının ilgi alanına giren görevleri vardır, erkeğin de. Hatta bizde, "Elinin hamuruyla erkek işine karışma" bile denir. Geçmişten beri kadın-erkek arasında bilerek veya bilmeyerek bir iş bölümü yapılmış idi. Kadınların yaptığı iş ayrıydı, erkeklerinki ayrı idi. Hatta eskiden bir yere bir kişi alınacaksa adaylarda aranan şartların içerisinde 'Erkek olmak' şartı da bulunurdu bazı iş alanlarında. Bu yüzyılda sapla saman karıştı. Kadın erkeğin, erkek de kadının işini yapar hale geldi. Ana sınıfı öğretmenleri bayan idi. Şimdi erkekler de olabiliyor. Hemşire dendi mi bayan akla gelirdi. Şimdiler de hemşir deniyor erkek hemşirelere. Veteriner hekim denince erkek akla gelirdi. Hasılı erkek kadının işini, kadın da erkeğin işini yapar hale geldi. Sanki cinsiyet sıkıntısı çekiliyor.

Kadınlar evlerinden çıktı, her iş alanlarında var artık. İyi mi oldu kötü mü oldu bilmem. Kadın dışarıda çalışmalı mı, çalışmamalı mı? Bu konu çok netameli bir konu. Kadın çalışmamalı desem ipliğimi pazara çıkarıp tefe koyarlar: Gerici, yobaz, kadın düşmanı, emek düşmanı, çağ dışında kalmış gibi sıfatlar eklenir hemen bana. Böyle biri devlet kurumunda nasıl çalışır denir, sonunda bu iş söylediğime söyleyeceğime pişman olacak şekilde idamıma kadar gider. Bereket idam kalktı, ufukta müebbet görünüyor.

Burada şahsi kanaatlerimi serdetmeye çalışacağım. Şunu baştan söyleyeyim ki, sosyal olaylarda kesin doğru yoktur. Zamana, zemine, kişiye göre değişir.  Bana göre doğru olan, başkasına göre yanlış olabilir. Bu konuya değinirken çalışanları kesinlikle ayıplamıyorum. Bu durum herkesin kendi özel tercihidir. Pekiyi, niçin kadınların her işte çalışmasını istemiyorum?

Ev işleri, gebelik, çocuk büyütme, yemek yapma gibi işlerine ilave olarak kadının ayrıca dışarıda çalışması her şeyden önce kadına eziyettir. Gücünün üzerinde yük vurma demektir. Çalışan eşlerden erkek eve geldiği zaman ayağını ayağı üzerine atar,  eline de kumandayı alır, yemek beklemeye başlar. Kadın iş dönüşü var gücüyle yemek yapacağım diye düşünür. Hele bir de çocuğu olmuşsa çocuk en az 15 yaşına kadar bakıma muhtaç. Dilinden de ancak annesi anlar. Doğum öncesi ve doğum sonrası kullandığı 16 haftalık annelik izni sadra şifa olmaz. Süt emen çocuğunu eve bırakıp işe giden bir anne ne kadar işine kendisini verebilir. Günlük 1.5-3.00 saatlik süt izni yeterli olacağını sanmıyorum. Eğer ücretsiz izin almayacaksa bu anne bu çocuğu kime bırakacak? Haydi kadın bütün bunları ayarladı diyelim. Kadının vücudu erkeğe göre daha zayıftır, ağır işlerde çalışamaz. Sabahın erken saatinde evinden çıkıp çocuğunu bir yere bırakacak, sonra işyerine varacak, akşama kadar çalışıp dönüşte yine sabahki işleri yapacak tekrar. Eve varınca iş yine onu bekliyor olacak. Sabahın erken saatinde bir bayan dikkatimi çekti ön koltukta oturan. Yanında da  üç dört yaşlarında çocuğu var. Annesinin dizine başını koydu, uyumak için uğraşıyor. Annesi bir taraftan sarıp sarmaladığı üzerindeki elbiseleri çıkarmaya çalışıyor, çocuk yerini beğenmiyor ki başını bir o tarafa, bir bu tarafa getirmeye çalışıyor. Bir taraftan da "Anne, ne zaman varacağız" diye soruyordu. Çocuğuna bakan yok mu diye sordum. "Annem bakardı, bugün onun işi var, mecburen getirdim" dedi. İnmeye doğru yaklaşınca anne çıkardıklarını giydirmeye başladı çocuğuna. Üzüldüm annenin ve çocuğun durumuna. Bu çocuk mışıl mışıl uyuyacaktı yumuşacık yatağında. 

Kadınlar erkeklere göre sınavlarda daha başarılı. Okuyan kadın erkeğe göre daha kolay iş bulabiliyor. Kocası işsiz olduğu halde karısı çalışan nice erkekler bilirim. Hangi iş yerine gidersek gidelim erkekten daha çok kadın çalışan var.

İnsan ne için çalışır? Mutlaka paraya ihtiyacı vardır. Eşi çalışıyorsa kadın niçin çalışır? Tek maaş yetmiyor mu acaba? Beklentilerimiz o kadar yükseldi ki, yaşantımız lüksleşti. Bir eve bırakın çift maaşı, 5 tane maaş girse yine yetmez. Çünkü hedef büyüttük. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmıyoruz.

Meramımı anlatabildim mi bilmem. Ama bildiğim bir şey var. Kadını her işte çalıştırarak ona zulmediyoruz. Kendi isteğiyle çalışan kadın zaten kendine zulmediyor. Tüketim toplumu olduk, kapitalistleştik. Eskiden bir baba evdeki 9 kişiye bakardı. Şimdi evdekilerin hepsi çalışıyor, yine parasızlıktan dem vuruyoruz. Hani biz evlenenlerden en az üç çocuk istiyorduk. Devlet politikası halini aldı bu. Nüfusun gerilememesi, yerinde saymaması için en az üç çocuğa ihtiyaç var. Çünkü tek çocuk nüfusu azaltır, iki çocuk yerinde saydırır, üç çocuk nüfusu artıya geçirir. Kadınlarımızın çoğu çalışmayı seçiyor ve tek çocukla yetiniyor. Bu demektir ki nüfusumuz da gerileyecektir.

Kadınlar! Bırakın babanız size baksın, evleneceğiniz kocanız sizin ve çocuğunuzun her türlü ihtiyacını karşılasın. Siz ideal bir nesil yetiştirin. İşin garibi çalışarak kendi çocuğunuzu tam yetiştiremediğiniz gibi doğum öncesi, doğum sonrası izinler, her doğumda iki yıla kadar ücretsiz izin durumlarında devlet yerinize bir çalışan almıyor. Hele bir de öğretmenseniz siz gelinceye kadar geçici ücretli öğretmenler girmektedir girdiğin sınıfının derslerine. Anne bir çocuğunu büyütecek diye belki de yüzlerce öğrenci mağdur olmaktadır ehliyetsiz kişilerin ellerinde. 

Okuyun en iyi okulları. Sonra gelin iyi bir eş olun, çocuğunuza kültürlü bir anne olun. Görev alarak kendi kendinize eziyet etmeyin. Evleneceği kişiyi arayan erkeklere de piyon olmayın. Çünkü erkeklere nasıl bir eş istiyorsun denildiği zaman, "Çalışan olsun" deniyor. Efendim, ücretli olur mu dediğinde, "Olmaz" cevabını alıyorsun. İstisnalar kaideyi bozmaz ama birçok erkek bankamatik memuru alıyor. Senden ziyade bankamatiğine aşık. Bırakın sizi alan baksın size. Niye dert edinirsiniz Allah aşkına. Eve kapanın demiyorum. Okuduğun alanla ilgili mahallenizde, muhitinizde, şehrinizde aksiyoner olun. Erkeklerin ihmal ettiği, görmediği alanlarda geri planlarda görev yapın. Sosyal hayatın içinde olun. Mesai gibi çalışma temposuna kendinizi kaptırmayın. Anneliği basite almayın. Dünyanın en zor işidir çocuk büyütmek ve eğitmek...

Dışarıda çalışmayı seçmeyip evinizde oturursanız işsiz erkeklerin iş yok mazeretinin de önüne geçmiş olursunuz. Onlara iş vermiş olursunuz. İşsizlik diye bir derdi kalmaz ülkenin... Sizin evinize çift maaş girerken birçok eve hiç maaş girmiyor. Sosyal adalet dengesi iyice açılıyor... Haydi bir iyilik yapın çekilin evlerinize. 

Yok toplumda kadınlar da olmalı deniyorsa 09.00-14.00 saatleri arasında çalışabilecekleri şeklinde düzenleme yapılmalıdır.

Ben her işte çalışırım diyorsanız bayanlar, Allah size merhamet etsin. Hayrınızı versin. Sizin başka düşmana ihtiyacınız yoktur kendinizden başka. 09/05/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde