Ana içeriğe atla

Rahmetine susadık biz Rahman'ın

Türkiye’nin terör, canlı bomba, siyasi çalkantılar, ekonomi  gibi değişmeyen gündeminin yanında, bahar ve yaz dönemlerinde de kuraklık gündemimize gelir her yıl. Toprağımız susuz, mahsuller ise can çekişiyor. Yağmıyor bir türlü. Özellikle çiftçinin gözü semada, kulağı meteorolojiden gelecek sevindirici haberde.

2010 yılında ‘Küresel ısınma’ konulu bir seminer dinlemiştim. Aklımda kaldığı kadarıyla “Dünyayı küresel bir ısınma bekliyor, susuzluk kapıda, heyelanlar eksik olmayacak, toprak kayması artacak, sular çekiliyor, buzullar eriyor, yağışlarda süreklilik olmayacak, ormanlar yok oluyor, Anadolu kuraklaşıyor, özellikle Konya kuraklıktan en fazla pay alan illerimizden... Çünkü dünyada ağaç ve ormanlıklar % 30’lar civarında iken, Türkiye’de % 18, Konya’da ise % 12 dolaylarında. Bu yüzden tedbir almalıyız.” Açıklamalarını yapmıştı seminer yetkilisi.

Küresel ısınma nedir bilmem. Ama bildiğim bir şey var. 90’lı yıllardaki Körfez savaşından beri iklimlerde değişiklikler oldu. Ne kışımız kış, ne yazımız yaz, ne de baharımız bahar artık. Hepsi birbirine karıştı.

Kış ve yaz başlarında öğle-ikindi arasında görülen yağmurlar olurdu bir zamanlar Anadolu’da. Halk arasında 40 gün sürdüğüne inanılır. Halkımız buna kırkikindi yağmurları adını vermişti. Bu yağmurları da pek göremez olduk yıllardır. Coğrafya derslerinde okurduk karasal iklimin özelliğini: yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı diye. Sıcak ve kuraklıktan  topraklarımız çatlıyor  her yıl. Kar yağışını da göremez olduk artık. Çoğu zaman kışlarımız yağmur yağışlı ve ılık, baharlarımız ise kurak ve soğuk. En fazla yağışın olması gereken baharın bitmesine ramak kaldı, sobalarımız yanıyor çoğu zaman. Çünkü kışı yaşıyor gibiyiz.

Yağmura biz rahmet diyoruz. İlçeden gelenlere hoş-beşten sonra rahmet var mı denir. Çünkü rahmet berekettir. Rahmetin olmadığı yerde afet eksik olmaz. Türkiye’nin birçok yerinde son çare topluca yağmur duasına çıkılır, yemekler yenir, eller semaya ters bir şekilde açılır. Rahmet beklenir hep birlikte. Bazı yerlerde sulama imkanı olsa da hiçbir su, yağmurun yerini tutmuyor zira. Günlerdir  gündemimiz hep yağmur. Bu gün mü yağacak yoksa yarın mı diye. Meteorolojiden yağmur müjdesi alırız. Beklenen yağmur çisenti ile geçip gidiyor. Birkaç damla yağmur görürüz görmesine. Beraberinde gelen soğuk da iliklerimize kadar işler.

Yağmur duasına çıkalım çıkmasına. Rabbimize: “Rahmetin sayesinde yaşıyoruz, Sen Rahman ve Rahimsin. Bizden rahmetini esirgeme. Çünkü senin rahmetin gazabını geçmiştir. Sen Gafursun. Acı bizlere” diye ellerimizi açıp gözyaşı dökelim. Duadan önce de yağmuru yağdıracak her türlü sebebin oluşması için elimizden gelen çabayı gösterelim. Tabiatın dengesini bozmayalım, şehirleri beton yığını haline getirmeyelim, doğayı bozacak işler yapmayalım. Doğru yere doğru ağaçlar dikelim. Ormanlık alanlarımızın sayısını çoğaltalım.

 Aslında  ağaç dikmede sorunumuz yok. Her yıl binlerce ağaç dikeriz. Ektiğimiz ağacın yetişmesi, büyümesi için gerekli tedbirleri almayız. Çünkü bir daha uğramayız oraya. Şehir çıkışlarına bir göz gezdirirseniz, yamaçlarda: “Falanın hatıra ormanı” levhalarını görürsünüz. Bakımsızlıktan ağaçları görebilirseniz tabii.

Çiftçimizin yüzünü güldür ya Rabbi! Islat bizi ve tarlalarımızı. Rahmetini esirgeme bizden. "Yağdır Mevlam su! Amin … 08/05/2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde