Ana içeriğe atla

İhtiyarlık Başa Belâ -2-


Ölüm sıra takip etmiyor, vakti gelen darı bekaya göçüp gidiyor. Zaman zaman eş ve dostun cenaze merasimine katılarak defnediyoruz. Gün geçmiyor ki minarelerden ölen biri için sala verilmemiş olsun.

Başkalarını defnederken ayakta olsam da ölüm vaktimin her geçen gün biraz daha yaklaştığını hissediyorum. Çünkü vücut yavaş yavaş "Pilin bitiyor" uyarısı veriyor. Çok hastaneye giden ve ilaç kullanan biri olmasam da eskisi gibi abdest tutamıyorum. Bir zamanlar sabah abdesti ile yatsıyı kılan ben, en iyi halimde iki, bilemedin üç vakit namaz kılabiliyorum. Eskiden wc'ye gitme benim elimde iken şimdi inisiyatif benden gitti. Geldi mi gücün atıyorum tuvalete kendimi. Sabırsız mı sabırsız. Tuvalet dolu, bu arada wc yok, şu namaz vaktini de bekleyeyim demiyor. Yeter ki gelsin. Az sabır desen ne laf anlıyor ne de söz. Hoplatıyor. Böyle giderse -hiç temenni etmiyorum ama- tuvalete varmadan altıma da kaçırırım. Böyle durumlarda çocuk olmayı ne kadar arzu ederdim. Utanmaca, sıkılmaca yok. Bulduğun bir köşeye tutturuverir, rahatlarsın. Gören de ayıplamaz, hatta gülüp geçer gider. Bu yaşta aynısını ben yapsam, gören en hafifiyle “Çüş be amca! Yaşından başından utan” der. Halbuki ihtiyarlık bir nevi çocukluktur. Ne varmış yaşımda, başımda? Çocuklara gösterilen bu hoşgörü ihtiyarlara da gösterilse ne olur? Sanki kıyamet mi kopar? Hoş, ayıp karşılanmasa da yapacak değiliz elbet. Ama yapmasak da alternatif olarak bir kenarda beklese fena olmaz. Ne olur ne olmaz değil mi ya! Bu arada bir başka alternatif daha aklıma geldi. Böylesi durumlarda yanımda lazımlık falan mı taşısam diyorum ya da Arapların giyindiği gibi entari giyinmek. Bu da nereden çıktı demeyin. Bu zıkkım özellikle üşüttüğüm zamanlarda hoplatmaya başlayınca güç-bela tuvalete kendimi atıyorum. Boş kabin bulabilirsem, şükür diyorum ama pantolonun düğmesini çözmek bir mesele oluyor bu durumlarda. Halbuki üzerimde entari olsa düğme, fermuar derdi yok. Çömelip oturuyorsun. Bu Arapları bu vesileyle daha iyi anlıyorum. Hem sıcaklarda yürüdükçe entari sallandıkça serinletir hem de wc ihtiyacı olduğunda protokol uygulamaya gerek yok.

Siz gülün bakalım. Ama size; gülme komşuna, gelir başına demek isterim. Çünkü bu işler parayla değil sırayla. Bugün bana yarın size. Motor fren tutmayıp hoplatmaya başlayınca anlayacaksınız beni o zaman. Hatta adam beni anlatmış diyeceksiniz. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak. Ev dışında gittiğiniz bir yerde sağa sola bakarken gözünüz bu aralarda tuvalet nerede diye arayıp duracak. Çünkü hiç beklemediğiniz anda az sonra başınıza ekşiyecek. Demedi demeyin. Aynen vaki olacak. Nasıl ki ihtiyarlık gelecekse bu da gelecek.

Bu işin sonu nereye mi varır? İleri boyutlara varır ise -öyle zannediyorum- prostattan ameliyat olmaya kadar gider. Ameliyat başarılı mı olur yoksa başarısız mı şimdiden bir şey diyemiyorum. Yine iyi huylu mu, kötü huylu mu olur, onu da bilemem. Ama bildiğim bir şey var, prostattan ameliyat olunca hastanede elinde idrar torbası dolaşır durursun. Dolaşa dolaşa herhalde utanma duygusu da yok oluyor.

Nasıl beğendiniz mi ihtiyarlığı? Daha iliklerime kadar yaşamadım ama bu ihtiyarlığı, anlatmak ve yazıya geçirmek bile zor gördüğünüz gibi. Bir de yaşamasını düşünün bu işin. Hasılı, zor dostum zor. Bu ihtiyarlık başa bela dense yeridir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde