Ana içeriğe atla

Bir Değeri Emellerine Alet Etmek *


Bu ülkede Atatürk ve din, siyasete alet edilenlerin başında gelir. Bu durum zaman zaman da eleştirilir. Kimler bu değerleri emellerine alet eder veya etmez?

Atatürk'ü gerçekten seven, sevdiği gibi yaşayan, onun savunduğu fikir ve ilkelerin, ülke yönetiminde yerleşmesi için onu referans kabul eden, yaşantısı ile savunduğu ve yaptığı örtüşen kişi, Atatürk'ü emellerine ve siyasete alet etmemiş olur. Aynı şekilde dinin ilkelerini ve ahlaki değerlerini referans kabul eden ve dininin emrettiği şekilde yaşayan, söylem ve icraatları da çelişmeyen, örnek aldığı peygamber gibi etrafına güven veren kişi, dini siyasete ve emellerine alet etmemiş olur. Çünkü bu tipler -düşüncelerine katılalım veya katılmayalım-özü, sözü ve eylemi bir, samimi kişilerdir. Beslendikleri değerleri her nerede olurlarsa olsunlar savunur ve yaşarlar. Gizli ajandaları yoktur. Oldukları gibidirler.

Toplumun, inandığı değerler uğruna mücadele eden ve yaşayan kişilerle sorunu yoktur. Toplumun sorun olarak gördüğü tipler yaşantısı, eylemi referans aldıklarıyla örtüşmeyenlerdir. Çünkü bu tipler söylem ve icraatlarıyla halkın değer verdiği kişi ve umdeleri emellerine alet etmektedirler. Yeri geldiği zaman Atatürk'ü ve dini ilkeleri, baskı aracı olarak kullanmaktadırlar. Bu tipleri gören halk, bunlar bu yaptıklarıyla Atatürkçü ise ben değilim veya bunlar bu yaptıklarıyla dindar, mütedeyyin oluyorsa ben böyle biri değilim, diyebiliyor.

Dini ve Atatürk'ü emellerine alet edenler bilerek veya bilmeyerek dine ve Atatürk'e zarar verebiliyorlar. Burada suç dinde, ahlaki ilkelerde ve Atatürk'te olmamasına rağmen halkta bu değerlere karşı bir soğukluk meydana gelmektedir. Her ne kadar kişilerin yaptığı, değerleri bağlamasa da bizde bir değeri, savunucuların yaşantısıyla ölçme gibi fiili bir durum söz konusudur. Yani bu durumda kişilerden ziyade değerler zarar görmektedir.

O halde ister ticaret, ister siyaset, ister gündelik yaşantıda ben de varım diyenlere düşen, inandığı değerler gibi yaşamayacaklarsa bu değerleri ağızlarına dahi almamalarıdır. Nasıl yaşıyorlarsa ona inansınlar. Başka türlü gölge etmesinler. Çünkü ağızlarına aldıkları değerlerle nemalananlar, en büyük zararı o inandığı ve sevdiği değerlere vermektedirler. 

* 09/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde