Ana içeriğe atla

“İster Yaz İster Yazma!” *

Oynamalı ve çalgılı bir düğüne dini bütün bir kadın da davet edilir. Kadın geçer bir kenara oturur. Az sonra oynaması için kadın meydana çağrılır. Kadın, ‘Güpegündüz herkesin içinde olmaz, üstelik erkekler de var’ diyerek daveti geri çevirir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ denir ve ısrar edilir. İstemeye istemeye kalkar, oynamaya başlar. Oynarken ‘Allah'ım günah yazma’ diyerek mırıldanır durmadan. Müziğin temposuyla aşka gelen kadın biraz daha şevkle oynamaya başlar. Ama yaptığının doğru olmadığını bildiği için ‘Biraz yaz, biraz yazma’ şeklinde mırıldanır. Oynamanın sonuna doğru müziğin ritmine ve ortama iyice kendini kaptıran kadın, var gücüyle müziğe eşlik eder. Ağzından da ‘İster yaz, ister yazma. Yazarsan yaz’ sözleri dökülür ve içindeki kurtları döker.”

Kısaca aktarmaya çalıştığım bu hikayeyi bilmeyeniniz yoktur. Yeri geldiği zaman bu tür kıssaları anlatırız ki kıssadan hisse alınsın diye. Burada ahlak ilkelerine önem veren, dini emirlere azami derece riayet eden bir kadının ısrar ve mecburiyet karşısında inandığı değerleri terk etmesi, ayaklar altına alması ve kendi ile çelişmesi anlatılmaktadır.

Bir defadan bir şey olmaz deyip yaptığımız birçok şeyin arkası maalesef geliyor. Yeter ki insanımız değerleriyle bir defa çelişmiş olsun. “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlar” sözü kısaca çok güzel özetler bu hikayeyi.

Dini bütün bir kadın üzerinden anlatılan bu olayı genellersek; günümüzde inandığımız değerlerimizle çelişen, ahlaki ilkelere ters olan ve dinen günah kabul edilen o kadar kötü şeyler yapıyoruz ki bu yaptıklarımıza karşılık “oynama” çok masum kalır.

Bir zamanlar adalet, ehliyet, liyakat, zulme karşı durma, kamu malını çarçur etmeme, manevi kalkınma, ahlaki değerlere sahip çıkma, aileyi koruma, inandığımız dini ve ahlaki değerleri uygulama ve hakim kılma gibi nice değerleri savunarak halkın teveccühünü kazanan nice insanlar vardır ki bu değerler sayesinde güce kavuştuğunu unutarak savrulma problemiyle karşı karşıyalar. Çünkü inandığı değerlerin içini boşaltarak hoyratça yaşamaya devam etmekteler. Dün prensip olarak neyi savunmuşlarsa bugün pratik olarak savunduklarının tersini yapıyorlar. Yani teori farklı, uygulama farklı. Durum bu iken genel geçer kuralları ve ahlaki ilkeleri ağızlarına almasalar eh değiştiler diyeceğim. Burada garip olan hala bu ilke ve değerler konuşuluyor ve bu değerlerin arkasına sığınılırken tersi icraatlara imza atılmasıdır. Bu durum “Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz. Allah katında yapmayacağınız şeyleri söylemeniz çok çirkin bir davranıştır” uyarısına tıpatıp uymaktadır. Bu ayet meali, dil ile pratiğin uyum içerisinde olmasına dikkat çekmektedir.

Değerleriyle çelişmeyi ve savrulmayı ben, imkanı yok iken dürüst olmaya benzetiyorum. Kişi, elinde imkan ve güç yok iken alabildiğine dürüsttür. Durmadan savrulup giden, yanlış işlere imza atanları eleştirir durur. “Ben asla böyle yapmam. Zira bunun doğrusu budur” der durmadan. Ne zamanki bir güce kavuşur. İşte insanın sınavı burada başlar. Gücü ele geçirmeden önce savunduğu ilkelere riayet ediyorsa makamın ve gücün değiştiremediği kişidir bu. İdeal olan ve olması gereken de budur. Çünkü esas dürüstlük budur. Ama güç ile beraber dünkü savunduğu fikirleri terk edenler veya dilleri doğruyu söyler iken icraatları ters oluyorsa bu tipler gücün ve koltuğun altında kalmış kişilerdir. Esas imtihanı kaybedenler de bunlardır. Demek ki bu tiplerin dürüstlüğü elinde güç olmadığı içinmiş.

Savunduğu değerler ile bir güç olduktan sonra teori-pratik uyumuna riayet etmeyenleri bekleyen en büyük tehlike, kendileriyle beraber savunduğu değerleri de yok ediyorlar. Kendileri güçten düşerlerse o güzelim değerler de inecektir. Çünkü içi boşaltılmış değerlerin yüzüne kimse bakmaz.  

Umarım, yaptıklarıyla savundukları değerler çelişenler, kadının yaptığı gibi hala “Allah’ım! Günah yazma” diyorlardır. “İster yaz, ister yazma” veya “Yazarsan yaz” etabına geçmemişlerdir. Çünkü birinci etapta hala imandan bir şube olan utanma duygusu hakimdir.

* 15/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde