Ana içeriğe atla

MEB'i Nasıl Bilirsiniz? ***


“Bir insanın kalitesi, neye güldüğünden belli olur” derler veya insanoğlu, dilinin altında gizlidir; konuşunca kendini ele verir, denir. Bu demektir ki kişinin gülmesi veya konuşması kendini açık eder. Ya kurumlar? Kurumlarımızı değerlendirirken aynı yöntemi uygulayabiliriz. Mesela çözmek için uğraştığımız, uğruna dünya para harcadığımız, hemen hemen dünyanın her türlü sistemini denediğimiz ama bir türlü becerip hale yola koyamadığımız maarif meselemizi ele alalım. Milli eğitimimizin durumunu öğrenmek için MEB'in ne ile uğraştığını, daha doğrusu ne ile oyalandığını ya da neye önem verdiğini öğrenmek istiyorsak neye öncelik verdiğine bir göz atmakta fayda var. 

Etliye sütlüye dokunmadan, fincancı katırlarını ürkütmeden, ne şiş yansın ne de kebap diyerek herkesi memnun edecek şekilde bir eğitim ve öğretim planlayan MEB'in önceliği, eğitim ve öğretimden ziyade seminerlerdir. O kadar seminer yapıyor, kurs düzenliyor, çalışanlarını merkezi ve mahalli hizmet içi eğitime alıyor ki şaşar kalırsınız. İstatistik oranlarını bilmiyorum ama herhalde diğer bakanlıklara göre en fazla hizmet içi eğitim faaliyeti yapan bakanlıktır. Eskiden isteğe bağlı yapardı bu işi. Şimdilerde "Sayın X kişi,  falan tarihteki şu numaralı hizmet içi  eğitim faaliyet seminerine kursiyer olarak görevlendirildiniz" mesajıyla kendisi belirliyor. Yani dayatıyor. Düzenlediği bu seminerlere de herkesi almıyor. Önce yapacağı seminere karar veriyor, ardından semineri verecek eğitim görevlisini belirliyor, sonra eğitim merkezini ayarlıyor, en son kursiyer kalıyor. Kursiyer bulmakta zorlanmıyor. Müşterileri belli: İkili öğretim yapan okulların öğretmenleri. Sabah eğitim yapanları öğleden sonra, öğle ders görenleri ise sabah kurs veya seminere alıyor. Normal öğretim yapan öğretmenlere pek dokunmuyor. Nasılsa bina ihtiyacını gideremediği için ikili öğretim yapmak zorunda olan elinde yeteri kadar öğretmen var. Zaten bu öğretmenler yarım gün çalışıyor, diğer yarım günde yatıyor. Öğretmen kısmını boş durdurmaya gelmez. Hem onlara iş bulup çalıştırmalı hem daha önce seminerini alıp formatör belgesini alan eğitim görevlisine iş ayarlamalı hem de çalışanlarına ne kadar kurs/seminer verdiği istatistiklere girmeli. Böylece eğitim ve öğretimi aksatmadan öğretmenlerini de eğitip donatmış oluyor. Öğretmenin hastası varmış, çocuğuna bakacak kimsesi yokmuş, hastanede randevusu varmış, gündüz gözüyle bir işini halledecekmiş...önemli değil MEB için. Seminer veren eğitim görevlisi yeterli mi, seminer/kurs verimli mi problem değil. Varsa yoksa seminer ve kurs. Oldu olacak...adını da Milli Eğitim Bakanlığı yerine Milli Seminer Bakanlığı koysa aslında çok iyi olur. O zaman kimse seminer ve kursları garipsemez.

Haydi bu anlattıklarımı, o kadar da değil deyip abartılı buldunuz. Eğitim ve öğretimin başında ve sonunda düzenlediği mesleki çalışmalara ne demeli? Yeni iş takvimine göre 18-22 Kasım 2019'da öğretmenlerin yapacağı seminer çalışma programını ve içeriğini yayımlamış oldu. Sosyal medyada ve sanal alemde "Bakanlık seminer programını yayımladı" paylaşımları eksik değil. Hem de özene bezene hazırlanmış ve bir aydan fazla bir zaman olmasına rağmen piyasaya sürmüş. İşte plan, program, düzen ve tertip diye buna derim ben. Bu durum Bakanlığın seminer dönemini ve programını çok önemsediğini göstermektedir. Keşke Bakanlık mesleki çalışmalara ve hizmet içi eğitim faaliyetlerine verdiği önemin onda birini eğitim ve öğretime de vermiş olsaydı… Şayet eğitim ve öğretime önem veriyor diyorsanız kurs/seminer ve mesleki çalışmalar kadar değil diyebilirim.

Bakanlığın seminer ve kurs sevdası bu kadarla sınırlı değil. Sakın ola ders dışı bu tür faaliyetler, öğretmeni dersten alıkoymuyorsa olabilir demeyin. Bakanlık hızını alamıyor, öğretmeni dersinden de alıyor. Bir branşa ait tüm öğretmenleri ders saatlerinde okullarından ederek dersleri boş geçmesi uğruna ayda bir seminere alıyor. Gören de bunlar önemli bir iş yapıyorlar sanır. Halbuki bir öğretmenin dersinden öncelikli ne olabilir ki? Dedik ya MEB bu. Pardon Milli Seminer Bakanlığı.

***26/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde