Ana içeriğe atla

Kariyer ve Liyakat ile Sınavımız ***


Zaman zaman farklı konular Türkiye gündeminin ilk sırasında yer alsa da hiç gündemden düşmeyen ve sürekli dilimize pelesenk ettiğimiz, kanayan yaramız iki kavram var. Bunlar: Ehliyet ve liyakat. Özellikle kamuya eleman alımında ve kamuda yükselme görevlerinde bu iki kavramı ağzımıza alarak her defasında yaramızı yeniden depreştiririz ve bu iki güzel kavrama yazık ediyoruz. Çünkü adalet kavramıyla ilintili bu iki kavram kadar hiçbir kavram bizim elimizden ve dilimizden çekmedi.

Ehliyet ve liyakat kervanına en son katılanlardan biri de Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı Ali Yalçın. Samsun'da yapılan Eğitim Bir-Sen 7. Bölge toplantısının kapanışında Sayın Yalçın "Kamu görevinde kariyer ve liyakat sistemi kurulmalı, hak ederek, hazmederek, adım adım bir devlet yönetimi icra edilmeli ve güven hissi topluma verilmeli." şeklinde bir açıklamada bulunmuş. Sayın başkanın bu açıklamasına kimsenin itirazı olmaz sanırım. Zira olması gereken bu. Adaletin bir gereği olarak kamuya alımlarda ve yükselmelerde ehliyet, liyakat ve kariyer olmazsa olmazımız olmalı. Çünkü liyakatin esas alınmadığı yerde yine bir başka olmazsa olmazımız güven duygusu büyük yara alır. Ortaya çıkan bu haksızlık devlete, kurumlara ve devleti yöneten kişilere güven problemini beraberinde getirir. Hak ettiği halde atanmadığını ve yükselmediğini düşünen kişiler, kurumlara ve o kurumların başında olan kimselere kırılır, küser. Kurumların liyakate dayanmadan yaptığı alımların faturası da devleti yöneten siyasi iktidara kesilir.

Peki, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda liyakat, kariyer ve sadakat olarak bahsedilen temel ilkelerin neresindeyiz? Herhalde hiç kimse her türlü alım ve yükselmelerde bu adalet ilkelerinin gözetildiğini söyleyemez. Devletiyle ve milletiyle bu kavramlardan her yıl sınıf ikmaline kaldığımız hepimizin malumu. Çünkü her dönemde Kanunda açıkça yazmasına rağmen bu adalet ilkeleri çiğnenmektedir. Durum bu iken bir kimse de çıkıp "Biz bu alımda liyakat ve kariyeri esas almadık" demiyor. Şayet dese "Helal olsun, itiraf etti" diyeceğiz. Tepeden tırnağa liyakat ve kariyere aşık bu devlet "Liyakate göre alım yapıldı" açıklamasını yaparak bu kavramların arkasına sığınıyor. Nasıl oluyor bu böyle derseniz? İş, kılıfına uydurulmuştur. Maalesef devletiyle ve milletiyle bu güzel kavramları emellerimize alet ediyoruz. Torpil, kayırmacılık, ahbap ve çavuş ilişkisi her türlü alımda gırla gidiyor. Her birimiz işimizi çıkarmanın peşindeyiz. Bizde bu hak ve hukuk çiğneme anlayışı oldukça 657'deki "liyakat ve kariyer" ne yapsın? İsterse Anayasanın amir hükmü olsun. Devlet ve toplum olarak biz işimizi biliriz.

Sayın Ali Yalçın, dile getirdiği kariyer ve liyakat konusunda ne kadar samimi, içine girip bilme imkanımız yok. Konuşmasına göre değerlendiriyor ve açıklamasını yerinde buluyorum. İnşallah değindiği hususlar bir gün bu ülkede geçerli tek kriter olarak hayata geçer. Yalnız burada şuna da değinmeden geçemeyeceğim. Sayın Ali Yalçın'ın başkanlığını yaptığı sendika ve konfederasyonun kamuya alım ve yükselmelerde, toplumun bir kesiminde iyi bir imajı yok. Çünkü "Bu sendikanın günümüzdeki her türlü alımlarda etkili olduğu" kanaati hakim. Sayın Yalçın samimiyetini bu imajı düzelterek gösterebilir. 

Sonuç olarak kariyer ve liyakate göre alım yapılmayacaksa veya bu ilkelere riayet etmeyeceksek, kılıfına uydurup bu ilkeleri çiğnemeye devam edeceksek kariyer, liyakat, ehliyet ve adalet gibi güzel kavramları en azından ağzımıza almayalım.

***24/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde