Ana içeriğe atla

Nimetlerin Elimizin Altından Kayıp Gitmesi *


Bugün size iki ayeti kerimeden bahsetmek istiyorum. Biri, "...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez..." (Rad 11) ayeti, diğeri ise "...Allah, bir topluluğa lutfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez..." (Enfal 53) ayetidir.

Bu iki ayetin tefsirinde şu açıklamaya yer verilir: “… burada genel bir kural, ilâhî bir âdet açıklanıyor: Allah’ın kullarına sayısız nimetleri vardır, bunları baştan vermesinin veya esirgemesinin de ilâhî adalet ilkesiyle çelişmeyen hikmet ve sebepleri mevcuttur. Ancak Allah verdiği bir nimeti durup dururken, nimete mazhar olan kulda bir değişiklik meydana gelmeden geri almaz, zıddı ile değiştirmez. Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lutfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar... İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 670)

Yukarıya aldığım iki ayet, Allah’ın belirleyip uyguladığı ve uygulamaya devam ettiği fiziki ve biyolojik yasalardan sonra gelen üçüncü yasasıdır. Buna sünnetullah adı verilir. Allah’ın kanunu demektir ve bu kanun değişmez. Çünkü Allah Fetih süresi 23.ayette “Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” buyurmaktadır. Ayetler bir ilke ve sistem ortaya koymaktadır. Bu ayetlerden ben şunu anlıyorum: Düzgün bir toplum isteyenler, ilk önce kendileri düzelir ve düzeldikten sonra bozulma olmadan düzgünlük devam ettiği müddetçe Allah, o toplumun düzgünlüğünü devam ettirir. Yine Allah bir topluluğa, insanın faydasına ve faydalanabileceği envaiçeşit nimetler vermiş ise bu nimetlerin devamı, o topluluğun daha önce hak ettiği bu nimetlerin devamı için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeye devam etmeleriyle orantılıdır.  Yani Allah, “Kulum senin sapıklık ve yanlışlıklar üzerinde kaldığın yeter. Artık sen düzgün biri olacaksın deyip kişileri düzeltmez. Verdiği nimetleri de yeter bu kadar, biraz da yokluk çeksinler diye çekip almaz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da keyfi davranmaz. Hasılı düzelme de ve bu düzelmenin sonucu olarak verilen nimetlerin devamı da bizim elimizdedir. Gereğini yapmaz isek o nimetler bizde evladiyelik olarak kalmaz, uçup gider.

Allah’ın değişmez kanunu olan bu toplumsal yasalar sadece bize özgü değildir. Nice topluluklar gelip geçmiş, o topluluklar nimetlere kavuşmak için gereğini yapmış ise Allah, onlara nimetlerini vermeye devam etmiş. Ne zaman ki savrulup yozlaşmışlar, verilen nimetleri takdir etmemişler, hoyratça kullanmışlar ve nankörlük yapmışlar ise işte o zaman Allah, o nimetleri alıp bir başka topluluğa vermiştir. Yani hiçbir nimet çantada keklik değildir ve kimseye hiçbir topluluğa torpil geçilmemiştir.

Bundan dolayıdır ki elimizden uçup giden nimetler var ise önce kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.  “Bu nimet niçin kayıp gitti, acaba biz nerede ne hata yaptık” diye kendisini hesaba çekmelidir. Yüzleşen insan veya topluluk, eskisi gibi iyi ve düzgün olmaya başlar ise giden nimetler tekrar geri gelebilir. Çünkü düzelmenin yani kanunun gereği yapılmıştır. Yok bu yapılmaz, elden uçup giden nimetlerin faturası başkalarına çıkarılmaya kalkışılırsa bu, kişinin veya o topluluğun kendini avutmak için gerekçe üretmesinden başka bir işe yaramaz. Bu durumda başkasına değil kendimize bakmamız ve kızmamız gerekiyor. Çünkü Allah “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.” (Maide 105)   buyurmaktadır.

*24/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

  1. Ayeti kerimeye kimse karşı gekecek değil. Fakat güzel söylüyorsun da adaşım, bundan kaç kişinin haberi var? Gerçi bilen de hayatına uyguluyor mu? Tabi ki her kez bilse ve uygulasa elbette Allah yalan söyleyecek hali de yok her şey düzelir. Allah nimetlerini vermeye devam eder. Sen herkese duyurmak için elinden gelwni yapıyorsun. Bu anlamda seni tebrik ediyorum. Özellikle gençlik adeta duymamak için kulak tıkıyorlar. Onun için bu toplum biraz da düzelir. Allah bu milletin ve bu toplumun yardımcısı olsun. Şöyle bakıyoruz çevremize özellikle düğünlere özellikle kızlar çıplaklıkta adeta yarışıyor. Namaz niyaz yok. Oruç hakeza. Sigara, içki, kumar almış başını gidiyor. Nereye kadar. Allah verdiği bunca nimeti geri almasını elbet bilir. Onun için Allah sonumuzu hayırlı kılsın diyorum.

    YanıtlaSil
  2. Aslında bu ayetleri bilsin veya bilmesin herkes bu evrensel iki ayeti kendi üzerinden, gözlemlerinden ve tecrübelerinden bilir. Burada sorun uygulamada. Ben gençlere de çok kızamıyorum. Çünkü gençler gördüğünü yapar. Demek ki biz büyükler iyi örnek olamadık. Ben bu ayetleri sadece Müslümanlar açısından düşünmüyorum. Allah Müslüman, kafir herkese nimetlerini vermeye devam ediyor. Sebep sonuç ilişkisini yerine getiren nimetlerden faydalanmaya devam ediyor. Bu ayeti devletler bazında ele alırsak, Osmanlı kendisine tevdi edilen saltanat nimetini, sonralara taşıyacak sebepleri bıraktı. Nimet elinden alındığı gibi kendisinin hamisi olduğu ülkeler de sahipsiz kaldı. Bugün hala bunun sıkıntısı çekiyor İslam dünyası. İngiltere ise Hıristiyan olmasına rağmen sömürü veya başka nedenlerle elde ettiği nimetleri iyi bir siyaset izlemek suretiyle bugünlere taşıdı. Bugün zamanın haşmetli devleti olarak hala ayakta. Bu ayetleri bugünün Türkiye'sine getirirsek ve nimet diye bahsettiğim şeyi sadece yeme, içme gibi nimetlerin ötesinde insanın faydalandığı makam, mevki, iktidar, başkanlık vs götürsek konu daha iyi anlaşılır ve düne göre bugün biz niye böyle olduk diye sorgularız diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde