Ana içeriğe atla

Milletimizin Feraset ve Basireti ***


Bizim kadar vatandaşın hakemliğine müracaat eden, erken seçim kararı alıp sandığa giden, siyasetle yatıp siyasetle kalkan ülke -öyle zannediyorum- yoktur.  Son iki yılda yaptığımız seçim sayısı bile bizim sandık konusunda şakamızın olmadığını gösterir.

Niçin çok seçime gidiyoruz? Vatandaş çok istediğinden midir? Hayır. Ne zaman ki ülke siyaseti tıkanır, siyasi kriz çıkar, vatandaşın hakemliğine başvurulur.

Vatandaş siyasi krizi çözebiliyor mu? Hem de en alasından. Seçmen sandıkta bazen daha fazla bölünerek siyasilerimize yeni bir denklem önerir. “Buyurun aranızda anlaşın, uzlaşın. Zira demokrasi bir uzlaşı kültürüdür” der. Siyasi partiler bu denklemi çözemeyince bu millet siyasi partilerin beceremediğini yapar, uzlaşmaya yanaşmayanları ya da millete kendi dediğini dayatanları cezalandırarak tıkanan siyasetin önünü açar. Bazıları bu millete cahil, balık kafalı, ne anlar siyasetten dese de ben bu milletin feraset, basiret ve öngörüsüne daima güvenmişimdir. Asla baskıya gelmez, aba altından sopa gösterilmesine tahammül etmez. Üstelik balık hafızalı falan değildir.  Doğru veya yanlış bir karar verir ama hep mağdurun, dışlananın yanında yer alır. Hoşumuza gitse de gitmese de mutlaka çözer. Bu işi yaparken de partilerini iyi gününde, kötü gününde destekleyen ve siyasi görüşünü değiştirmeyen seçmenlerle yapmaz. Yüzergezer dediğimiz kararsız seçmen ile yapar. Bu seçmen kitlesinin içine tepki oylarını ve her seçimde siyasi düşüncesini değiştiren seçmenleri de dahil edebiliriz. Bu tür seçmen ne tarafa el verirse ülke siyasetinin önü açılır. İyi ki böyle seçmenlerimiz var. Bu tür seçmen kitlesi olmasa biz her seçimde bir önceki oyumuzu oylarız. Üç aşağı, beş yukarı aynı sonuç çıkar ki bu da ülke siyasetinin önünü açmaz, sürekli siyasi bunalım içerisinde olurduk.

Ne demek istediğimi birkaç örnekle açmak istiyorum: 80 ihtilalından sonra yapılan genel seçimlerde vatandaş, Kenan Evren’in yönlendirmesine ve tehdidine boyun eğmemiş ANAP’ı iktidara taşımıştır. 94 ve 96 yıllarında ülkede söz sahibi olanların RP’sini dışladığı ve ötekileştirdiği bir atmosferde bu millet RP’sine önce belediyeleri, ardından koalisyonun büyük ortaklığını tevdi etmiştir. Okuduğu bir şiir yüzünden yoktan bir gerekçe ile belediye başkanlığından indirilip siyasi yasaklı kılınarak cezaevine gönderilen hareketin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın haksız yere mağdur edilmesine bu millet, 2002’de AK Parti’ye tek başına iktidarı kurma görevi vermiş ve 90’lı yılların koalisyonlu dönemlerini sona erdirmiştir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde vatandaş, AK Parti’ye hoşnutsuzluğunu göstermek amacıyla sarı kart göstermiş, en fazla oyu vermesine rağmen iktidarı tek başına kurma görevini elinden almış, hükümeti kurmak için yanına bir ortak bul veya diğer partiler hükümet olsunlar istemiştir. Mecliste grubu bulunan partiler, hükümeti kurmayı beceremeyip 5 ay sonra 1 Kasım’da yeniden vatandaşın hakemliğine gidildiğinde bu millet, yüzde 41’e düşürdüğü AK Parti’nin oyunu yüzde 49,5’a yükseltmiş ve yeniden tek başına iktidar olmasını sağlamıştır.

31 Mart belediye seçimlerine gelindiğinde bu millet, başka nedenlerle birlikte en belirleyici olarak ekonomideki daralmanın faturasını hükümete çıkararak bazı büyükşehirleri Ana Muhalefet Partisine vererek “Hükümet namzedimsin, çalış, kendini göster, becerebilirsen başımın tacısın” demiştir. Ben bu durumu, oynanmakta olan bir futbol maçının sonucunu değiştirebilecek bazı futbolculara teknik direktörün saha kenarında ısınma hareketleri yapma görevi vermesine benzetiyorum. İhtiyaç olduğunda ilk on bire alacaktır.

İptal edilen ve tekrarlanan İstanbul seçimlerine gelince bu millet, seçimin yenilenmesine sıcak bakmamış, tepkisini sandıkta göstererek mağdur edildiğine inandığı Ekrem İmamoğlu’na daha fazla oy vererek yeniden seçilmesinin önünü açmıştır. 

Verdiğim örneklerde görüleceği gibi bu millet, futbol takımı tutar gibi siyasi partilere oy vermiyor. Zira bu millet 80 öncesinin sabit fikirli ve oyunu değiştirmeyen vatandaşı değildir. Hiçbir partiye karşı da bir önyargısı yoktur. ANAP, SHP, DYP, RP, DSP, MHP, AK Parti olacak şekilde 90'lı yıllardan beri iktidar el değiştirmiştir. İşte ben bu iktidar değişimlerine bu milletin feraseti ve basireti diyorum. Kim bu halkı okur, derdi ile dertlenir ve sorunlarını çözebileceğine ikna eder ise bu halk, onu baş tacı yapar. Kendini okuyamayanı ya sıfırlar ya da yedek kulübesine gönderir, orada bekletir.

***29/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

  1. Sayın hocam iyi güzel hoş söylüyorsun da bu millet nasıl bir millet ki daha hiç görmediği kadar hizmet gördü. Yol ise duble yollar, tünel ise onca tüneller, her türlü ulaşım, rahatlık, faizlerin düşmesi,alım gücünün artması, hastanedeki muayene ve kayıt kolaylıkları v.s. daha niceleri... Peki bu millet neye oy verdi. Bütün bunları bir anda elinin tersiyle silerek inkar etti. Daha ne yapılacaktı. Hemen kullandığı dilden başlıyoruz. bütün bu hizmetleri inkar edip verdiğimiz oyu geri alıyoruz. Kusura bakma sana söylemiyorum ama bu mu feraset ve basiret? Hayır yapılanlara göre olsa olsa nankörlük olur. Ben senin kadar bu millete güvenemiyorm. Ne yapacağı hiç belli olmaz. Küçücük menfeatı için vatanını satar demiceğim ama çok büyük yanlışlar yapar. Nokta kadar menfeat için virgül kadar eğilir diyelim. Eğer bu millet senin dediğin gibi olsaydı kendi menfeati için bindiği gemiyi batırmazdı. Bu milletin feraseti kaybedilen kazanımları geri mi getirecek? Giden kazanımlar kalanını da götürecektir. Ne diyelim ben de diyorum ki Allah bu millete basiret ve feraset versin. Akıllandırsın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ramazan Hocam! Siyasette kullandığı sert üslubu tasvip etmemekle beraber Sayın Erdoğan, halka kızmıyor, halkın dediği başımızın tacı diyor. Onca hizmetine rağmen halkı nankör gibi görmüyor. Muhaliflerine takındığı sert tavrı göstermiyor. Ki olması gereken de bu. Çünkü beğensek de beğenmesek de 5 yılda bir bu halkın önüne varacağız. Halkımızın ferasetine gelince bu millet herkesin dışladığı RP'yi iktidara taşıdı. Onun devamı görülen AK Parti'yi 17 yıldır iktidarda tutuyor. Ben yine aynı görüşümü savunuyorum. Bu millet sorunu çözüyor amma doğru amma yanlış. Şu anda kaybettiğimiz dolayı işimize gelmese de durum bu. Halk her zaman doğruda isabet etmeyebilir ama sorunu çözüyor, siyasetin önünü açıyor. Bir diğer husus halkın hizmetlere bir diyeceği olamaz. Belki de bundan ki 2002'den beri hep iktidar verdi. Bugün hizmetin ötesinde başka durumlar var. Halk başka şeyler istiyor. İstediğini de iktidar göremiyor. Yani halkı okuyamıyor. Halkı okuyamayınca önce duraklama, ardından gerileme başlar. Bizim son seçimi var bunda da bir hayır deyip hatalarımızla yüzleşmektir. Halkın verdiği sarı kart ümit ediyorum ki bizi kendimize getirecektir. Bir an düşün ki bu seçim genel seçimler olsaydı telafisi zordu. Şu anda önümüzde bir dörtyol var. Bu zaman diliminde oluşan bu yeni sosyolojiyi iyi okumak gerekiyor. Halkımız bu duruma birden gelmedi. 7 Haziran 2015'den beri iktidara mesajını veriyor. Ama her seçim kazanıldığı için üzerine yatıldı. Bu parti gelecekte de var olmak istiyorsa -ki olmalıdır- önce kendi çevresine zeytin dalı uzatıp toparlamalı. Adalet duygusunu zedeleyen hususlar gözden geçirilmeli. En önemlisi ekonomi maalesef iyi değil. Dünyada dönem ekonomik savaşı kaybedecek gibiyiz. Bu da bizi bir daha gelmeyecek şekilde iktidardan eder. Halk cebindeki paraya bakar. Çünkü pata oyunu bozar. 2002'de 2001 krizinin müsebbiplerini baraj altı yaptı. Bence bu süreçte iktidara yardımcı olmak ve bu ülkenin geleceğinde yine güçlü söz sahibi olmak istiyorsak vatandaşa kızmayalım, iktidara öneriler sunalım. Hatalarını yapıcı bir şekilde eleştirelim. Önce kendi aramızda eskiden olduğu gibi birliği sağlayalım. İçimizden iki tane parti doğacak kulisleri var. Bence önce bu sorunu bir halledelim. Zira içinde birliği sağlayamayalar küçülür.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde