Ana içeriğe atla

"Nankör Olma" Oğlum!


—Baba, biraz harçlık verir misin? Çarşıya çıkacağım.
—Vereyim evlat ama cebimde nakit yok. Bugün günlerden ne?
—Cumartesi.
—İyi o zaman. Bugün ayın 15'i. Maaş yatmıştır. Sen şu kartı al. Parkın oradaki bankamatikten maaşımı çek gel. Bu arada senin de harçlığını vereyim.
—Tamam baba!
*
—Baba al kartını.
—Maaş?
—Çekemedim.
—Niye? Bankamatik mi bozuk?
—Hayır, 8-10 kadar sıra var.
—Sıraya girip bekleseydin.
—Kim bekleyecek baba bu sıcağın altında. Nereden baksan bana yarım saat sonra sıra gelir.
—Ne yapacağız ya şimdi?
—Gitmeyiveririm çarşıya.
—Seni anlamıyorum. Daha doğrusu bu yeni nesli.
—Niyeymiş o? Ne yaptı yeni nesil?
—Sıkıntıya gelmiyor, beklemeye gelmiyor. Armut pişecek, ağzınıza düşecek.
—Şimdi biz mi suçlu olduk? Banka, yakınına bir ATM daha koysaydı olmaz mıydı? Bu çağda sıra mı beklenir?
—Ah oğlum ah!
—Ne oldu yine, bu ah neyin nesi?
—Hiç, eskiye gittim.
—Eski nasıldı?
—Eskiden ATM'ler yoktu. Maaşımızı mutemetten alırdık. Maaş günü cumartesi, pazar veya resmi tatil gününe denk geldiğinde maaşımızı ilk iş gününde alırdık. Yani hafta sonuna denk gelince maaşımız iki gün sonra ancak elimize geçerdi. Şimdi ne var! Hafta sonu, resmi tatil demeden maaşımız hemen yatıyor ve gidip çekiyoruz. Maaşımızı bankadan almaya başladığımız zamanlarda da yine maaşımız tatillerde yapmaz, ilk iş gününü beklerdik. Fazla ATM olmadığı için maaşı çekeceğimizde uzun kuyruklar oluşur, üşenmeden, bıkmadan bekler, sıramız gelince çekerdik. Hatta bazen tam bana sıra geldiğinde ATM ya arızalanır ya da makinede para biterdi.
—Eee...?
—O zamanlar böyleydi işte.
—İyi de bana niye anlattın şimdi bunu?
—Hiç, aklıma geldi nedense...
—İyi de baba, şimdi hangi çağda yaşıyoruz? Bir de ben ne zaman bir şeyden dert yansam geçmişten örnek veriyor, günümüzle kıyaslıyorsun hep. Günümüze gelmek lazım.
—Gelelim gelmeye de…dünü de unutmamak lazım.
—Tamam baba unutmayalım. Ama eleştirdiğim için niye nankör oluyorum? Bizim eleştirimizi eleştirebilir, hatta geçmişle kıyaslayabilirsin. Ama nankörlükle itham edilmeyi kabul etmiyorum. Çağın imkanlardan daha fazlayı istemek niye nankörlük olsun? Beni öldür ama asla nankör deme.
—Ama görmüyorsunuz oğlum!
—Görüyoruz baba. Daha fazlasını istemek niye nankörlük olsun.



Yorumlar

  1. Ah zamane gençleri işte. Biz onları anlayabiliyoruz da biraz da onlar bizleri anlamaya çalışsa. Espirine her zaman hayranım. Ama gerçekler gerçekten de öyle malesef. Şimdiki gençler en ufak bir eziyete gelemiyorlar. Armut piş ağzına düş. Armut ağzına düşse bile çiğnemeden yutar. Çiğnemeye üşenir. Allah haklarında hayırlısını versin inşallah.

    YanıtlaSil
  2. İnşallah ama nesil böyle. Onlar bize ayak uydurmadığına göre onların dilinden anlayacak bir yol ve yordam bulmamız lazım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde