Ana içeriğe atla

Yalakasın Be Kardeşim!

Toplum olarak çoğumuzun dağarcığında fazla kelime yok. Pek az kelimeyle meramımızı anlatmaya ve anlaşmaya çalışıyoruz. Bu yüzeysel ve sığ kelime hazinemize rağmen konuştuğumuz kelimelerin çoğunun ne anlama da geldiğini bilmiyoruz. Hatta birbiriyle aynı anlama geldiğini sandığımız anlamca farklı kelimeleri de birbirinin yerine kullanıyoruz. Şiddete meyilli olmamızın temelinde belki de bu kıt kelime hazinemiz yatmaktadır.

Sözü fazla uzatmadan bir örnek vermek istiyorum. Birine "Falanın adamısın" demek ile "yalakasın" demek aynı anlama gelir mi? Biri veya birileri ile arası iyi olan, onlarla oturup kalkan biri için ben, arası iyi anlamında "falanın adamı" derim. Bu tip kişilere yalaka denir mi? Bana göre denmez. Çünkü yalaka halk ağzında "söz götürüp getiren, söz taşıyarak arabozan, dedikoducu, boşboğaz, sırnaşık, ikiyüzlü, dalkavuk, arsız, onursuz, sürtük (kimse), yalak " demektir. Birinin adamı ile yalaka, yerine göre birbirinin yerine kullanılabilen yakın anlamlı birer kelime olabilir ama asla ikisi eş anlamlı birer kelime değildir. Evet birinin adamı olan aynı zamanda yalaka kelimesinin anlamını kendisinde barındıran kişilere yalaka denebilir. Ama birinin adamı olan her kişiye asla yalaka denmez.

Birinin adamı ile yalaka kelimesini yazı konusu edinmemin sebebi, bu iki kelimeyi bazı insanların karıştırmasından dolayıdır. Kalabalık bir ortamda bir grup arkadaşla otururken yanımıza yeni gelen her kim olursa “Hah falanın adamı geldi…Senin falanla aran iyi. Söylesen de şu meseleyi halletse veya şöyle yapsa…” der, o kimse de “Ben mi onun adamıyım” der, güleriz. Bunu ben veya yanımdaki arkadaşlardan biri her girene bu şekilde söyler dururuz zaman zaman. Hatta “Falanın adamı” dediğimiz kişilerden bazılarının kastettiğimiz kişiyle arası iyi olmayanlar da olabiliyor. Böyle yapmadaki amacımız muhabbetten başka bir şey değil. Ama biri var ki demek ki kendisine de “Falanın adamı” demişiz ki adam –sandığım- bu kişi “Efendim bize yalaka diyorlar. Bu yüzden yanınıza gelmeye çekiniyorum” demiş. Hoppala! Buyur, buradan yak şimdi. Bizim “Falanın adamı” tabiri, olmuş yalaka. Adamın yaptığı da tam bir yalakalık olmuş. Demek ki bu kişinin bir yarası var ki gocunmuş. Burada “Falanın adamı” kelimesini “yalaka” kelimesine dönüştüren bizden laf götüren mi yoksa makam sahibi kimse mi o kadarını bilemiyorum. Bildiğim bir şey var -adam sandığım bu kişi- yememiş, içmemiş, bizden laf götürmüş. Kendisine yalaka dediğimiz için bu kişi üzgün, efendisi de üzgün. Bana böyle demişsin diyen efendisine “Bak, beyefendi! Bir defa ben kimse için yalaka kelimesini kullanmam. Ancak ‘Falanın adamı’ tabirini kullanırım. Bu da muhabbetten öte bir anlam taşımaz. Sonra kim, niçin sizin yalakanız olsun? Bu dediğim falanın adamı sözü, sizin de zorunuza gitmişse bizden laf getireni dinlemeyeceksiniz. Bizim kendi aramızda konuştuğumuz kendi aramızda kalır. Böylece rahatsız olmazsınız. Eğer bizden laf getirenin ağzını lütfen deyip kapatmazsanız bu tipler, sizden de başkasına laf götürür" dedim. Konuyu kapattık.

Yalaka kelimesinin anlamına dönüp bir daha bakıyorum. Falanın adamı derken yalakalığı kastetmemiştim ama bu vesileyle laf taşıyıcı biri olduğunu öğrenince  ilk işim yalaka kelimesinin anlamına bir daha bakmak oldu ve yalaka kelimesinden öğrendiğime göre bu adamın yaptığı falanın adamlığı değil, katıksız bir yalakalık. Çünkü yapıp ettiği yalakalıktan başka bir şey değil. 

Be kardeşim! Madem bu mesleği yapıyorsun. Bari dediğimi aynen aktarsaydın. En azından laf taşıma özelliği var bu arkadaşın derdim. Ama sen birinin adamı değil, ancak yalakası olurum, adamlık benim neyime" deyip kendini aşmışsın. Ben de bu vesileyle yalakalığını öğrenmiş oldum. Umarım yalakalık mesleğinin sadece laf taşıyıcı özelliğini taşıyorsundur. Eğer diğer yönler de varsa vay haline! Ne diyeyim? Şayet miden götürüyor ve ahlakın el veriyorsa yalakalık mesleğin hayırlı olsun be kardeşim!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde