Ana içeriğe atla

İnandığımız Din İnsanlara Ne Kadar Hitap Etmektedir? *

Din, "Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen insanların dünyada ve ahirette huzur ve mutluluğunu hedefleyen ilahi kurallar bütünü" diye tarif edilir. İlahi dinlerin tanımı bu şekilde. İlahi olmayan dinlerde de müntesiplerini bir arada tutma disiplini vardır.
İlahi olsun, beşeri olsun dinlerin ortak yönleri vardır. Birçok beşeri din, ilhamını ilahi dinlerden almıştır. Hasılı, dinler bu dünyanın olmazsa olmaz bir olgusudur. Zira ruhun gıdasıdır. Zaten bu yüzden dünyada herhangi bir dine inanmayanların oranı çok yüksek değildir.
Dinlerin, hedefledikleri amaçlarına uygun bir şekilde insanlara huzur ve mutluluk verebilmesi için dinlerdeki gizemi ortadan kaldırmak gerekir. Çünkü ayağı yere basan bir din değil de sürekli uçan ve kaçan bir din anlatımı, dinlerdeki esas amacı geri plana itmektedir. Böyle bir din, amaca hizmet eden bir din olmaktan çıkıp kişilerin kendi menfaatlerini önceleyen bir din anlayışı haline dönüşmektedir. Bugün dinler üzerine oynanan oyun da budur. Biz, dinden nemalanan insanlara dur demediğimiz, onlara prim vermeye devam ettiğimiz, onlara insanüstü özellikler izafe ettiğimiz müddetçe bu din, faydadan ziyade zarar vermeye devam edecektir.
Ruhun gıdası olan dini; esas amacı çerçevesinde dozajında kullanmadığımız, dini asıl kaynaklarından akıl süzgecinden geçirerek alıp anlamadığımız, 'Vardır bir hikmeti' diyerek aklımızı din bezirgânlarına teslim ettiğimiz müddetçe bu din anlayışı, yüzümüzü güldürmeyecek; ne bu dünyada, ne de öbür dünyada yüzümüzü ağartacaktır. Din adına anlatılan menkıbelerden kurtulmadığımız, dini sadece yerine getirilmesi gereken ibadet ve ritüellere indirgediğimiz müddetçe Müslümanların bu evrende insanlara söyleyecekleri, güzel örnek olabilecekleri bir yüzü olmayacaktır. “Allah’a ve ahiret gününe inananlar için Allah’ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır” ayeti kerimesi gereğince ‘En güzel bir ahlak üzere olan’ peygamberimizi, kendimize ahlaki yönden rehber edinip gereğini yerine getirmediğimiz ve insanlara ahlaki yönden bir ahlak timsali olmadığımız müddetçe istediğimiz kadar ayet ve hadis okuyalım, peygamberin örnekliğini insanlara gece gündüz anlatalım, kimse bizim samimiyetimize inanmayacaktır. Çünkü insanlar ne dediğimize değil, ne yaptığımıza bakmaktadırlar. İnsanlara talkın verip salkım yemeyi bırakıp peygamberin ‘emin’ sıfatıyla mücehhez olup insanlara güven vererek işe başlamamız lazım.
Peygamber gibi doğru sözlü, emanete ihanet etmeyen, anlattığımızdan çıkar beklemeden karşılığını Allah’tan bekleyen, akıllı ve feraset sahibi olan, günahlardan olabildiğince kaçınan kişilerden olabiliyor muyuz? İşimizi düzgün yapabiliyor muyuz? İnsanların faydasına bir şey üretebiliyor muyuz? Kendimiz gibi düşünmeyene müsamahalı yaklaşabiliyor muyuz? Helalinden kazanıp hayır yolda harcayabiliyor muyuz? Emaneti ehline verebiliyor muyuz? Bu dünyada çalışırken yaptıklarımızın ne kadarını ahiret için yapabiliyoruz? Sahi biz ahirete hakkıyla inanıyor muyuz? Kıldığımız namaz bizi kötülüklerden arındırıyor mu? Sağımızda ve solumuzda sürekli bizimle beraber olduğuna inandığımız meleklere rağmen kötülük yapmaya devam edebiliyor muyuz? Soruları çoğaltabiliriz.
Gördüğüm ve anladığım kadarıyla iman da ibadetler de insanı mükemmel bir ahlaki olgunluğa ulaştırmak içindir. O halde dinin önceliği ahlaktır. Ne kadar ahlaklıyız? Bence çoğu Müslüman’ın her şeyden önce ahlak sorunu var. Bu sorunu halletmeden ne kendimize ışık veririz, ne de çevremize ışık tutarız. Zira Müslümanlık bir duruştur, bir kişiliktir. Bu da ahlakla kendisini gösterir. İnandığımız iman, yaptığımız ibadetler eşittir; ahlakı vermiyorsa kimse kusura bakmasın, bal yapmaz arı gibiyiz. Tek farkımız bu arı, ortamı kirletmez. Biz ise yaptıklarımızla ortamı da kirletiyoruz maalesef. 27/01/2018, Ramazan Yüce, Konya

*09/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde