Ana içeriğe atla

Meslek odası mı, yoksa okey salonu mu? *

Türkiye'de değişik meslek gruplarının bağlı olduğu meslek grupları var. Amaçları da, "Üyelerinin mesleki yolda yaptıkları işleri kolaylaştırmak, mesleğin menfaatlerini korumak ve ihtiyaçlarını karşılamayı, aynı mesleği yapan meslektaşları arasında iletişim ve yardımlaşmayı amaçlar...Tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu derecesindeki meslek kuruluşların odalarıdır."

Herhangi bir şehirde bir meslek odası kurulabilmesi için ilgili nitelikleri taşıyan ve ticaret siciline kayıtlı en az bin tacir veya sanayicinin birliğe yazılı olarak başvurması gerekiyor. Yasalara göre hareket edilir.

Bilmediğim alanlardan biridir meslek odaları. Yönetim ve başkanları sanırım seçimle gelir, seçimle gider. Gerçi gelen kolay kolay gitmiyor gördüğüm kadarıyla. Odanın ihtiyaçları, yönetimdekilerin maaşları öyle zannediyorum üyelerin ödediği aidatlarla karşılanıyor olsa gerek. Odada görev alanların ne kadar maaş aldıklarını da bilmiyorum. İmkanları iyi olsa gerek ki gelen, gitmemek üzere asılıyor her seçim döneminde.

Kendisine bağlı olan meslek gruplarının işlerini kolaylaştırmak vb amacıyla kurulan bu kuruluşlar, üyelerine ne kadar yardımcı oluyorlar, üyeleri meslek odalarından ne kadar memnunlar bunu da bilmiyorum. Şehrin en gözde yerlerinde odaya ait bir yer kiralayabildiklerine göre odanın gelirleri de iyi olsa gerek.

İlgili alanıma girmeyen bu konuda beni yazı yazmaya iten neden akşam 20.00 sularında misafirliğe giderken ışığı yanan bir mahal gördüm. Camla kapatılmış balkonunda bir masa etrafında oturan beş altı kişi dikkatimi çekti. Burası neresidir diye göz attığımda baktım bir odanın Konya şubesi yazıyordu tabelasında. Her zaman gelip geçtiğim yerde böyle bir oda varmış, nedense dikkatimi çekmemiş. Akşamın bu saatinde maşallah odadakiler çalışıyor, hizmet yapıyorlar dedim. Acaba balkonda masa etrafında ne yapıyorlar diye kafamı kaldırıp bir daha baktım. Masada okey oynuyorlar gördüm. Yanlış görmüş olabilirsin Ramazan, kafanı kaldır bir daha bak dedim kendi kendime. Bir daha baktım. Gördüğüm doğruymuş. Adamlar okey oynuyor. Üstelik altı kişiler. Dördü oynuyor, diğer ikisi de onları seyrediyor. Tabelaya tekrar göz attım, acaba burası okey salonu olabilir mi, veya odaya ait bir lokal olabilir mi diye. Maalesef sadece bilmem ne odasının Konya Şubesi yazıyordu. Yani odanın hizmet binası.

Üyelerine yardımcı olmak amacıyla amme adına kurulan bu odaların kuruluş amaçları arasında acaba okey oynamak var mı diye bir göz gezdirdim. Bulamadım. Başka sitelere baktım, yine bulamadım.
Sizi bilmem ama benim garibime gitti bu gördüğüm. Kimin parasıyla kimin mülkünde okey oynanıyor? Yaptıklarını makul görmüş olmalılar ki içeride ne yaptığımız belli olmasın diye perde çekmeye gerek görmemişler. Kuytu bir yer mi burası? Hayır işlek bir cadde. Gelip geçenin dikkatini çeken bir yer. Demek ki yapılan normal. Anormallik bende.

Buraların denetimini kim yapar, üyeler ne kadar hesap sorar, denetimleri yapılıyorsa ciddi olarak yapılıyor mu bilmiyorum. Ama ben bu odada görevli olsam, okey oynamayı bilsem, canım okey oynamak istese, en uygun yer de çalıştığım meslek odası olsa ilk işim gelip geçen görmesin diye camekanla kapattığım balkona bir perde çekmek olurdu. Gelip geçen odamın ışığının yandığını görünce “Vay be! Saat akşam 20.00 suları olmuş, bizim Ramazan Bey, hala evine gitmemiş, harıl harıl çalışıyor” imajı verirdim.

Yazımda bahsettiğim odanın adını vermedim. Bütün odalar böyledir demek istemem. Mutlaka işini, mevzuata göre yürüten odalarımız vardır. Ama kim ne derse desin, bu odanın yaptığı doğru değil, üyelerin parasıyla keyif çatıyor, ışığını kullanıyor. Umarım okey taşlarını da odanın parasıyla almamışlardır.

Üyeleri adına bir amme hizmeti yapan bu kişilerin odanın imkanlarını bu şekilde hoyratça kullanmasını doğru bulmuyorum. 06/01/2018 Ramazan YÜCE Konya

* 13/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde