Ana içeriğe atla

Gelin Hep Beraber Bu Tarikatın Müntesibi Olalım!

Cemaat ve tarikatlar alanı, netameli bir alandır. Yumuşak karnımızdır bizim. Konuyu ele almak bile riski beraberinde taşır. Sevsek de, sevmesek de tarikat ve cemaatler bu ülkenin ve İslam dünyasının bir realitesidir. Bu tür oluşumlar olumlu ya da olumsuz bir ihtiyacı deruhte ediyorlar. Tasvip edilecek ve edilemeyecek yönleri var. Kimi bu alanı olmazsa olmaz bir alan olarak görür ve “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” der, kimi de ‘Bu tür oluşumlar zararlıdır, tümüyle yok edilmelidir’ düşüncesine sahip.

İçinizden biri, “Ben bir tarikata girmek, nefsimi terbiye etmek, dinimi-diyanetimi yaşamak istiyorum, ama bu oluşum; uçup kaçmayacak/uçurup kaçırmayacak, ayakları yere basan, aklı kiraya vermeyen, vardır bir hikmeti dedirten bir oluşum olmayacak, işte ben böyle bir yer arıyorum…” derse 16.yüzyılda yaşamış alim bir zat olan İmam Birgivi’nin yazmış olduğu ‘Tarikat-ı Muhammediye’ isimli kitabından tarikatın ne olduğunu, ne olması gerektiğini anlatan bir alıntıyı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. ALI KÖSE paylaşmış. Faydalı olacağına inanıyorum:

“Bizim bir mürşidimiz var. Ama bizim mürşidimiz -diğer mürşitler gibi-
·         Olağanüstü özelliklere sahip değil. Tıpkı bizim gibi bir beşer. (18/110, 25/)
·         Bizim gibi yemek yer, bizim gibi çarşı pazar dolaşır. (25/7)
·         Gaybı bilmez. (6/50)
·         İnsanların kalbini okuyamaz. (9/101, 63/4)
·         Ahirette bize torpil yapamaz. Bizi azap meleklerinin elinden kurtaramaz. (7/188, 72/21-23) Hatta ahirette bize ve kendisine ne yapılacağını bile bilmez. (46/9)
·         Ölülere işittiremez, kabirdekilerle sohbet edemez. (30/92, 35/22) Eceli gelince ölümünü erteleyemez. (39/30) Yani Azrail’i geri gönderemez. Kimseyi çarpamaz. (72/21)
·         Allah’ın dilemesi dışında bize de kendisine de bir fayda sağlayamaz. (7/188) Değil bize geleni, kendisine gelen zararı bile savamaz. (72/21)
·         Havada uçamaz, denizde yürüyemez, aynı anda birkaç yerde görünemez, ölüleri diriltemez. Bizim mürşidimizin böyle mucizeleri ve kerametleri yoktur. (17/59, 29/50-51)
·         Silsilesi, İsa, Musa, İbrahim AS gibi Nebilerden Adem’e (as) kadar uzanır ama Allah’tan başka -gavs, kutub vs gibi- sığınacağı kimsesi yoktur. (72/22) Darda kalınca da normalde de yalnızca Allahtan yardım ister. (1/3, 72/20) Çünkü başka yardım isteyecek kimsesi yoktur.
·         Üstelik -diğer mürşitler gibi- günahsız değildir. Öyle ya da böyle bazı günahları olmuş ve bunlar için Allah’tan af dilenmiştir. (40/55, 47/19) Bu günahlarının affedilmesi için –araya koyabileceği– kimsesi de yoktur. Bu yüzden direkt ve yalnızca Allah’tan af dilenmiştir. (41/6) Yani bizim mürşidimiz diğerleri gibi değil. Oldukça mütevazidir(25/63).
·         Bize efendilik taslamaz. O, bizim sıkıntıya düşmemizi istemez. Bize karşı çok merhametli ve yumuşak huyludur. (3/159, 9/128)
·         Her sorunumuzu O’na götürebiliriz. Erkek veya kadın dileyen herkes Onunla görüşebilir. Ve hatta tartışabilir bile…(58/1, 12)
·         O, –Allah’ın hüküm koymadığı hususlarda– arkadaşlarıyla istişare eder ve de çoğunluğun kararına uyar. (3/159) Yani ‘Benim dediğimi yapmak zorundasınız’ demez. O’nun ‘Gassalin önündeki meyyit gibi ona teslim olacaksınız’ diye telkinlerde bulunan müritleri de yoktur.
·         Konuşmaları kapalı ve gizemli değildir. Herkesin anlayabileceği şekilde ve apaçıktır. (29/50, 67/26)
·         Arkadaşlarını evinde ağırlar. (33/53) Onlara ikramda bulunur. Rahatsız olduğu halde, ikramdan sonra koyu sohbete dalarak gereğinden fazla kalan arkadaşlarını ikaz edemeyecek kadar naiftir. Misafirlerine ‘efendi hazretleri artık istirahata çekilecek, buyurun’ diyerek kapıyı gösterecek ‘adamları’ da yoktur. Dolayısıyla bizler de bu olanları –o akşam mübarek evlerinde şöyle şöyle haller zuhur etti diyerek anlatan müritlerinden değil– Allah’tan öğreniriz. (33/53)
·         İşte bizim mürşidimiz böyle bir beşerdir. O’nun türlü türlü mucizeleri yoktur(17/53, 29/50). Ama O’nun öyle bir Kitabı vardır ki, o Kitabı; Onu âlemlere rahmet yapmıştır. (21/107) Kuran O’nun yegane ve en büyük mucizesidir. (29/50, 51;17/59) Mürşidimiz Muhammed AS’ da bu Kur’an’ı bize getiren Elçidir; Allah’ın kulu (17/1, 25/1) ve Nebi-Resul Muhammed. (23/40)
O, Kuranı Allah’tan alıp bize tebliğ edendir. (5/92, 24/54) Bizi Kuran ile uyaran, (6/19) Kuran ile hüküm veren, (4/105) aramızdaki ihtilafları Kuran ile çözen, (16/64) ve insanlığı Kuran ile karanlıklardan aydınlığa çıkarandır. (14/2)
      O, –başka bir şeye değil– yalnızca Kur’an’a uydu. (6/50, 7/203) Çünkü O, Kur’an’dan başka bir Kitap bilmiyordu. (42/52) O’nun bütün bilgi (ders) kaynağı Kur’an’dı. (6/105) O, bize öğrettiği her şeyi Kur’an ile öğretti. (2/151) Bize ders/vird/zikir olarak sadece Kuranı öğütledi. Çünkü kendisi için de bizim için de yegâne öğüt/zikir –ahirette hepimizin hesaba çekileceği tek kitap olan– Kurandı; Sen, sana vahyedilen (Kur’an’a) sımsıkı sarıl. Çünkü sen doğru yol (sırat-ı müstakim) üzerindesin. Ve şüphesiz ki o (sana vahyedilen Kur'an) hem senin için hem de kavmin için bir öğüttür. Ve hepiniz ileride ondan sorumlu tutulacaksınız. (Zuhruf 43, 44) İşte Rabbimizin ‘sırat-ı mustakim’ dediği ‘Tarikat-ı Muhammediye’ budur...“ (İmam Birgivi'nin Tarikat-ı Muhammediye adlı eserinden) 20/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde