Ana içeriğe atla

Bu ayaklar bu vücudu çekmez!

Çağımızda çözümü olan hastalıklar olduğu gibi hala tedavisi mümkün olmayan, tedavisi yapılsa da kolay kolay geçmeyen, sık sık nükseden hastalıklar vardır.

Günümüzde öldürmeyen, ama ondurmayan bir hastalık türü var. Adı tıp dilinde nedir bilmem. Ben adını ayak ve diz hastalığı derim. Çünkü bu hastalık ayakta. Üstelik çok yaygın. Hele bir de yaş ilerlemişse, kilon da varsa yakalanmaman mümkün değil. Sorun ya ayak bileğinde ya da diz kapağında. Ne bükülüyor, ne de kaldırılıyor. Kiminin diz kapağında kemiklerin arasındaki sıvı biter, kimi kilodan dolayı ayak çekmez, kiminin ayak bileğinin lifleri kopar. 

Çok genç yaşta görülüyorsa bu hastalığın adı; futbolcu hastalığıdır. Koşmaktan, çarpışmaktan, düşmekten ve dengesiz basmaktan dolayı ayak bağlarında kopma, ayak dönmesi meydana gelir. Kiminin tedavisi merhemle, kimininki fizik tedavi ile, kimininki son çare ameliyat olmakla son bulmaktadır. Kilolu olanlara doktor, kilo vereceksin diye tavsiyede bulunur.

Bu ayak bileğinde, diz kapağında oluşan hastalık eskiden nasıldı, bu kadar yaygın mıydı bilmiyorum. Ama günümüzdeki kadar yaygın olduğunu sanmıyorum. Kolay kolay yürütmüyor bu hastalık. Hele merdiven gördü mü bu hastalar, daha merdivene gelmeden nasıl çıkacağım bu kadar basamağı endişesini taşımaya başlıyor. Çünkü ayağını belirli bir yükseklikte kaldırmakta zorlanıyorlar. Otobüse binemiyor, otobüsten inemiyor. Binmeleri ve inmeleri için bir merasim gerekiyor. Eski tip olan şehir içi otobüslere çoğu yaşlılar, ben buna binemem diyerek bir sonraki otobüsü beklemeye koyulurdu bir zamanlar. Bu tür hastalığa yakalananların yürüme ve ayağını kaldırma sorununun yanında çömelmeleri, eğilmeleri, ayak ve dizlerini bükmeleri ve namaz kılmaları da sorun. Hatta bu yüzden bir ara camilerimizde sandalye üzerinde oturarak namaz kılma çok yaygınlaşmıştı. Diyanetin sandalyeye oturarak namaz caiz olmaz fetvasından sonra biraz azaldı. Ama hala kılanlar var. Böyle namaz olmaz demek kolay. Gel sen onu bir de bu hastalığı çekene sor. Otursa kalkamıyor, kalksa eğilip oturamıyor. Evlerimizde alaturka tuvaletlerin yanında banyolara alafranga tuvaletler de yapılır oldu. Bir diğer adı da engelli wc'si. Umum tuvaletlerde ve otellerde de bu tip wc'ler yaygınlaştı.

Eskiden yaygın olmayan bu ayak hastalığının günümüzde çok yaygınlaşmasının nedeni, öyle zannediyorum hareketsizliğimizdir. Eski insanlar bedenen efor sarf ederek çalışırdı, işleyen demiş ışıldar misali, ayak ve dizde pek sorun ortaya çıkmazdı. Şimdilerde bedenen yapacağımız birçok işi teknoloji vasıtasıyla yapıyor ve beden gücünü fazla kullanmıyoruz, zihnimiz yorgun olsa da bedenimiz iş yapmıyor. Zira masabaşı iş yapıyor çoğumuz. Ev hanımları da masabaşı iş yapanlardan farksız bir durumda. Yürümeyi unuttuk zaten. Neredeyse arabadan inmiyoruz. Vücut hareket etmeyince işleyen ayaklar işlemez oluyor, pas tutuyor. Hareketsizliğimiz kilo almamıza sebebiyet veriyor. Normal vücudu taşımakla görevli ayak, kilolu bir vücudu taşımak zorunda bugün.

Hasılı yeme ve içmesine dikkat etmeyen, sağlıklı ve dengeli beslenmeyen, sağlık açısından düzenli yürümeyen bir vücut hormonlu ve anormal bir şekilde enlemesine gelişiyor. Kilo sorunu yaşadığımızı bile bile inadım inat diyen bir kafanın ceremesini ayaklarımız çekiyor. Hangi tedaviyi görürsek görelim, istersek ameliyat olalım, ayak ve dizler eski randımanını almıyor, ömrümüzün geri kalanını ağrıyarak, topallayarak ağır-aksak, düşe kalka geçiriyoruz. Yanlış ve sağlıksız beslenmeden dolayı düçar olduğumuz diğer hastalıkları saymıyorum bile.

Hasılı, normal vücudu çekmekle görevli ayaklarımız, koca vücudun sıkletini çekmez. Bakmayın siz çeker göründüğüne. Gücü yettiği kadar çekmeye çalışıyor ama ah bir dile gelip "Niye arkadaş! Sizin akılsız başınızın cezasını bu bacaklar çekiyor, insaf ya hu! Allah'tan korkun" derdi. Ama ne edersiniz ki evren yasası böyle...10.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde