Ana içeriğe atla

'Söz senettir' devri geçmiş artık

Dün yeni evlenecek bir genç aradı. "Abi! Mart, nisan gibi düğüne kalkacağım. Kiralık bir ev bulmuştum, adam başkasına vermiş. Şimdi yeni bir ev buldum. Burası da memur kefil istiyor, bana kefil olur musun, dedi. Olurum dedim.

Az sonra bir daha aradı. Emlakçinin kontratı hazırlaması için TC numaramı istedi. Telefondan verdim numaramı.

Az sonra bir daha aradı. Emlakçı, imza için ne zaman gelebileceğimi sormuş. Yarın saat 14.30'da gelebileceğimi söyledim.

Az sonra bir daha aradı. Gelirken devlet memuru olduğumu ispatlayan bir belge istemiş emlakçı. Tamam onu da getireyim dedim.

Dersten sonra gideyim, verdiğim saatte orada olayım, kimseyi bekletmeyeyim diye hazırlık yaparken ertesi gün tekrar aradı, abi! Gelebilecek misin? Ev sahibi, 14.00-14.15 gibi gelecekmiş diye. Tamam geleceğim dedim. Okuldan bir görev yeri belgesi alarak ayrıldım. Şimdi kefil olmaya gidiyorum.

Anlaşılan çiçeği burnundaki damat adayı bu evi çok istiyor. Bir daha bulamam belki diyerek aylar öncesinden ev kiralama yoluna gidiyor. Oğlan haklı. Başka da çaresi yok zaten.

Burada garip olan emlakçının tavrı. Sağlamcı mı sağlamcı. Haydi tanımıyor, kefil istedi diyelim. Adam her kefili kabul etmiyor. Beni de tanımıyor. Zira yeni tanışacağım. Zaten adam beni değil, devlet memuru arıyor, kefil illaki devlet memuru olacakmış. Zira kiralayan kirayı vermezse benden alacak. Ben de vermek istemezsem maaşıma haciz koyduracak.

Evi kiralamak isteyenden önce emlakçıya vardım. Ev sahibi, babasıyla birlikte oradaydı. Kiracıyı bekleyeceğiz dedi. Zira birlikte atılacakmış imzalar. Devlet memuru olduğumu belirten belgeyi verdim. Nüfus cüzdanımı da istedi. Verdim, aldı önüne koydu. Ne yapacaksın kimliği? Zira devlet memuru olduğumu belirten belgeyi verdim, tc numaramı aldınız. Yapacağımız bir kontrat. Bu kadar belge de neyin nesi? Sanki devlet dairesi gibi istiyor da istiyorsunuz. Üstelik şimdi devlet daireleri sizin istediğiniz belge kadar istemiyor, şunun şurasında bir emlak işi yapıyorsunuz, bu kadar güvensizlik fazla değil mi? Ayrıca sizin bu kimlik fotokopimi kötü amaçlı kullanmayacağınızı nereden bilebilirim, dedim. Yer tespiti içinmiş hepsi. Emlakçı verdiğim memurluk belgesini epey bir inceledi. Sahtemi, değil mi iyice baktı.

Hazırlanan kontratı istedim. Okudum hepsini. Adam 25 madde yazmış. Akla gelebilecek her şey vardı maddeler arasında. Bir yıllık kira bedeli olan senetin iki yerine, kontratın altına, iletişim bilgilerinin olduğu bir başka kağıda imzamı attım, hayırlı olsun dedim. Çay içer misiniz ikramına da hayır dedim. Ev sahibinin babası, kim ve neci olduğumu öğrenmek için epey bir didindi. Kısa ve net cevaplar verdim. Dilimin ucuna "Bırak mübarek! Fazlasıyla belge verdim. Yetmedi. Şimdi de şeceremimi öğreneceksiniz" demek geldi, söylemedim. Dedim bu kadar belgeyle kendinizi garanti altına almaya çalışıyorsunuz. Kefil olarak devlet memuru istiyorsunuz. Yarın bu genç, ev kirasını veremezse gelir öderim. Ben ödemek istemezsem hiçbir şey yapamazsınız. Siz benim maaşıma haciz koydurmadan gider maaşımı haczettirir, siz de para alamazsınız, bu çocuğu çıkarmak isteseniz mahkeme yoluyla uğraşır, birkaç yıl uğraşırsınız dedim. Adamlar iyice işkillendi. "İnsanlara güven kalmamış, bak siz bile böyle diyorsunuz" dediler, vedalaşıp ayrıldım. 

Vakit geçirmek için tanıdık bir esnafın yanına vardım. Esnaf, "Hayırdır, hafta içi buralarda pek görünmezdin" dedi. "Param yok ama kefil oldum birine" dedim. Olanı anlattım. Çayımızı yudumlarken esnaf, "Dün biri aradı; kimdir, necidir, nasıldır diye sordu. Demek ki bundan dolayı sordular" dedi. Şaşırdım iyice. Adamlar bir evlerini vermek için kılı kırk yarmışlar dedim. 

Az sonra yanımıza gelen bir avukat, "Bu dünyada memur olmak varmış" dedi. Siz devlet memurunu beğenmez, ne uzar, ne kısalır dersiniz. Bakın avukat olmuş, terzi olmuşsunuz. Ama sizin kefilliğinizi kabul etmiyor kimse. Arkamda tapu gibi devlet var, dedim. Gülüştük.

Hasılı, toplumda var olan ve iyice derinleşen bu güvensizliğin sonu hayır değil. Ev sahibi kendini, emlakçı işini baştan garantiye alıyor. Zaten kiralar aldı başını gidiyor. Allah kiracı olana yardım etsin. Ev sahiplerine de iyi kiracılar versin. Daha kefil olmadan adamlar yordu beni. Kefil olmadan önce işin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol sözü aklıma geldi.  Ama aldırış etmedim. Niyetim neslin korunması amacıyla toplumun temeli olan yeni bir ailenin kurulması için evlenecek olana ve ev sahibi olana Allah yardım eder misali bir katkım olsun istedim. İnşallah değer. Bana da iş düşmez. 09.01.2018 Ramazan YÜCE, Konya

Yorumlar

  1. Niyet hayr, akıbet hayr olur inşallah

    YanıtlaSil
  2. İnşallah! Aynı zamanda aramızda güven ortamı da oluşur. Belge istemekten ziyade sözümüz senet olur.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde