Ana içeriğe atla

Meslek odaları mı dediniz?

Bu ülkede ağzını açan bürokrasiden ve atanmışlardan şikayet eder, sorunun kaynağı olarak burada görev yapanları görür. Bence ülkedeki sorunların başında seçilmişler gelmektedir. Seçilmiş derken sadece partilerin başındaki siyasi liderleri kastetmiyorum. Meslek odaları, dernekler, vakıflar, STK'lar, bir cemaatin başında olanlar da siyasilerden farklı değildir. Seçilmiş diye kimse onlar aleyhine pek konuşmaz.

Siz hiç seçilmiş olarak bir koltuğa oturup da sonradan kendiliğinden gittiğini gördünüz mü bu ülkede? Ne mümkün efendim! Gelen gitmemek üzere oturur koltuğa. Gelir gelmez ilk yaptığı da yerinde ebedi kalmak için teşkilatını yukarıdan aşağıya doğru örer ve hep kendine sadık kişiler gelir/getirilir. Bundan dolayı kendisi bırakmadığı müddetçe kimse onları seçim ve sandık yoluyla değiştiremez. Kendi isteğiyle görevini bırakan da yerini istediği kişiye bırakır. Örnek mi istersiniz? Etrafınıza bir bakarsanız örneklerin en alasını görürsünüz.

Bir siyasi partiyi düşünün. Hepsi iktidara gelip bu ülkeyi yönetmek için parti kurar. Yüzlerce partinin içerisinde yarışa girerler, sadece bir tanesi iktidarı göğüsler, diğerleri büyükten küçüğe ana muhalefet, muhalefet, meclis içi ve meclis dışı olarak sıralanır. Girdiği tüm seçimlerde başarılı olmamasına rağmen bir partinin liderinin değiştiğini göremezsiniz. Çünkü beslediği delege ve teşkilatı sapasağlam arkasında durur. Liderin karşısında aday olan sadece konu mankeni olur.

Siyasileri bir tarafa bırakalım, meslek odalarının başına geçen kişiler seçim yoluyla değişir mi? Bu da mümkün değil. Koltuğu ele geçiren tepeden tırnağa kendisine bağlı kişilerle çalışır, onlar onu destekler, o da kendisini destekleyenleri. Kendini sağlama aldıktan sonra babasının çiftliğinde göremediği rahatlığı bulur orada. İstediği şekilde yönetir, istediği şekilde hor kullanır bu amme çiftliğini. Dilerse yediği kaba pisler. Kim ne karışır ki? Üyelerden gelen parayı istediği şekilde kılıfına uydurarak harcar, odasıyla ilgili olsun veya olmasın istediği açıklamayı yapar. Vatandaştan veya Türkiye’deki yaşayanların hepsinden tepki bile toplasa kimseyi takmaz. Kanunu, kuralı, hakimi, savcısı, kamuoyu, ahlak ve etik değerleri vız gelir kendisine. Çünkü kendisini seçen üye ve delegeleri var, mühim olan onların oylarını almak. Vatandaş oy vermiyor ki onlara. İdeolojisinin izlerini son raddesine kadar odanın iş ve işleyişinde görürsün. Benden bu kadar demediği müddetçe orada hizmet eder. Kazara gitmeye kalksa da yerine sadık birini bırakır gider. Arka planda yine o yönetir.

Bu ülkede babadan oğla geçen ağa değişmez, STK’nın başındaki değişmez, bir holdingin başındaki yönetim kurulu başkanı değişmez, dernek ve vakıf başkanı değişmez. Bunları ancak oradan ölüm ayırır. Bir silsile takip eden tarikatlarda bile son yıllarda ölürken yerine oğlu, kardeşi, damadı vb kimseler geçer oldu. Adına hizmet dedikleri bu yerler, birilerine hizmet eden yerler olarak devam ediyor maalesef.

Seçimle gelenlerin seçimle gitme istisnası yok mu? Var elbette. Fakat devede kulak misalidir bunun örnekleri…. İnsanlığın kötünün iyisi dedikleri demokrasilerdeki seçim, özellikle Doğu toplumlarında böyle. Yine en iyi seçim, vatandaşın önüne gelen genel seçim sandıklarıdır. Kredi verdiğinin savsakladığını görünce vatandaş, onu kızağa çekmesini de iyi biliyor.

Eğer sen de gelip gitmemek üzere bir koltuk arıyorsan, hemen bir meslek odasının başına kapağı atmaya bak. Hem bir elin yağda, diğeri balda olur; kendin ihya olduğun gibi sülaleni de ihya edersin buralarda. Bu kıyağımı da unutma! Odanın başına geçince beni de biraz nemalandırırsın umarım… 31/01/2018, Ramazan Yüce, Konya


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde