Ana içeriğe atla

Emlak ve araba alım satım işleri ve eğitim-öğretim

Başlığı görür görmez emlak-araba alım-satış işiyle eğitim ve öğretimin ne alakası var? Biri Hanya ise, diğeri Konya diyebilirsiniz. Eyvallah derim bu eleştirinize. Nasrettin Hocanın kardan yemek yapmayı denemesi gibi ben de  deneyeceğim. Bakalım ne çıkacak?

Günümüzde gayrimenkul ve araba alım satış işleri hız kesmeden devam ediyor. Kimi ihtiyacından, kimi yatırım, kimi de yenilemek istemeden dolayı bu piyasa sürekli canlı. Zaten bu yüzden galeri ve emlak sektörü de var bu işlere bakan ve bu işlerden ekmek yiyen. Vergisini ödeyen, dükkanının elektrik ve suyunu ödeyen resmi alım-satıcıların sayısı azımsanamayacak kadar çok. Yaptıkları iş oranında alan ve satandan komisyon alıyorlar. Bu işi resmi yapanların dışında bir de gayri resmi yapanlar var. Kimi memur, kimi emekli, kimi işçi, kimi esnaf, kimi zanaat sahibi, kimi serbest meslek. Önüne gelen yapıyor bu işi. Kimi alıp satıyor, bundan ekmek yiyor, kimi komisyonculuk yapıyor, tıpkı galerici veya emlakçi gibi yüzde ile çalışıyor. Kimi alım satımdan dolayı devletin belirlediği sınırı doldurmuşsa ya eşinin, ya annesinin, ya çocuğunun üzerinden bu alım-satım işlerine devam ediyor.

Vatandaş bir gayrimenkul veya bir araç alım-satım işi yapmaya kalksa emlakçi ve galericiye komisyon vermeyeyim, eş-dost vasıtasıyla satmaya/almaya kalksa veya ‘Sahibinden’ alım-satım yapayım demeye kalksa karşısına yine bir komisyon alan veya komisyon uman çıkıyor. Gayri resmi emlakçilik veya galericilik yapanların kazandığı parada falan gözüm yok. İsteyen istediği kadar alsın, satsın, para kazansın. Ek gelir gibi görebilirsiniz bunu. Fakat bildiğim akdarıyla kayıt dışı ekonomi bu. Bu alışverişlerden devletin kasasına vergi girmiyor. Bu işi resmi olarak yapanlar vergi verirken gayri resmi yapanlar vergiden muaf oluyor. Bu işlerde devletten vergi kaçırıldığı gibi haksız rekabet de göze çarpmaktadır.

İnsan emlakçiye, galericiye niye gider? Alım-satım işlerini anlamadığı için gidiyor. Haydi alınan komisyondan dolayı buralara gitmedi, eş-dost vasıtasıyla bu işi halledeyim hesabı yapıyorsun. Muhabbet ettiğin, evine gidip geldiğin kişiye konuyu açınca sana ev-araba almak için dört elle sarılıyor bu işe. Sana ön ayak oldukça yaptığı iyilikten dolayı zahmet verdim diye özür üstüne özür diliyorsun. Koşuşturmayı sonradan anlıyorsun. Zira bir alım ve satımda sana ön ayak olan dostun bir bakmışsın ki komisyon derdindeymiş. Zaten komisyon vermezsen ya da senden alamayacağını anlarsa kolay kolay yardımcı olmuyor, ipe un sererek bakıyor bu işlere.

Gördüğüm kadarıyla emlak ve araba alım-satım piyasasında aracı olan; eşin, dostun da olsa parasız, komisyonsuz yürümüyor bu işler.

Şimdi gelelim eğitim ve öğretimle alakasına…Emlak ve araç piyasasında gayri resmi olarak komisyon hesabı çalışanların, bir zaman sonra eğitim ve öğretimle ilgili bir işi olsa, senin kapını çalsa işini yapmak için araştırma yapıyorsun, önüne düşüyorsun, oturup kendin yapıyorsun, günlerce uğraşıyor, yardımcı oluyorsun…karşılığında para yerine ‘sağ ol, teşekkür ederim’ alıyorsun. Çok vefalı olanı, yeri geldikçe “Sayende bu işimiz oldu’ diyor zaman zaman.

Hemen aklınıza eğitimciler de yaptıkları yardımlardan para mı istiyor gelebilir. Hiç öyle bir şey düşünmedim. Zaten teklif eden de olmaz. Para teklif eden olsa da hiçbir eğitimcinin yapılan rehberlikten dolayı para alacaklarını sanmıyorum. Zira vatandaşın bilmediği bir konuda yol gösteriyor, yardımcı oluyorsun. O zaman derdin ne derseniz? Mademki yabancısı olduğun emlak ve araba alım-satım işlerinde bu işlerden anlayanlar gayri resmi olarak komisyon alıyorlarsa insanlar bilmedikleri eğitim ve öğretim konusunda kapısını çaldıkları eğitimciye veya bu işleri bilen birisine para teklifi etmiyor? Acaba, bu ülkede eğitim ve öğretim zaten bedava diye mi teklif edilmiyor. Eğer böyle düşünülürse acaba yarın devlet emlak ve araç alım-satım işlerine aracılık edenlere ücret ödenmez dese, acaba bu kişiler aracılıktan dolayı komisyon almaktan vazgeçerler mi?

Emlak ve araba alım-satım işleri ile eğitim-öğretim arasında kurduğum bağlantı garibinize gidebilir. Garip de olsa düşünülsün istiyorum. Etik olanın emlak ve galericilik işini resmi yapanların belirlenen ücreti alması, işi-gücü olup da gayri resmi olarak alım satım yapanların bu işlerden ekmek yememesidir. Yok, bu işlerde ek gelir var, vatandaş işini çıkartıyor deniliyorsa özellikle böyle düşünen memur görünümlü emlakçilerin, eğitimle ilgili sorunlarını halledenlere de para vermesi gerekir. Eğer bilmeyene yardımcı olmak para almayı gerektiriyorsa o zaman bilmediğimiz her konuda bize yardımcı olana para verelim. İşin ucunda para olduğu zaman insan daha değerli oluyor. Bu ülkede parasız yürüyen işlerde hiç kimsenin değeri olmuyor. 14/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde