13 Ocak 2018 Cumartesi

II.Abdülhamit ve Şerif Hüseyin

Bir yerde güç-kuvvet, makam-mevki, başarı varsa; her şey tıkırında gidiyorsa birlikte iş yapanlar arasında pek sorun olmaz. Sorun çıkarsa da aralarında istişare ile halleder veya görmezden gelinir.

Ne zamanki gemi su almaya, bir şeyler ters gitmeye başlar, başarı yerinde sayar veya geriye doğru gitmeye başlarsa birbirlerinin varlıklarından huzursuz olmaya başlarlar. Beklenti kırılganlığa, ardından dışlamaya ve birbiri hakkında konuşmaya gider. Konuştukça aralarında uçurumlar meydana gelir, birbirinin ayağını kaydırmaya başlar ve iş, kan davasına kadar gider. Hele aralarındaki iletişimi kapatırlar da meydan ve ekranlarda birbirine cevap vermeye kalkarlarsa bu durum telafisi olmayan yaralara yol açar. Böyle bir durum araları bozulsun diye bekleşenlerin ekmeğine yağ sürer. Onları, surda bir gedik açtık sevincine boğar.

Başkalarını sevindirmemek için önce mahallenin sağlama alınması, dışarıya bir çakıl dahi verilmemesi için tarafların çaba sarf etmesi gerekir. İçeride birliğin sağlanması demek geriyi emniyete almak demektir. Geri muhkemse dışarıdan korkmamak gerek. Bunun için II.Abdulhamit’in Şerif Hüseyin’e uyguladığı taktiği denemede fayda vardır. Ne yapmıştı Abdülhamit? İngilizler’le iş birliği yapan ve Osmanlı’yı arkadan vurma planları yapan ve Araplarca sevilen Şerif Hüseyin’i Hicaz’dan İstanbul’a getirterek kendisine bir yalı bahşetmiş ve gözetimi altında tutmuştur. Görünüşte Şerif Hüseyin’e iltifat etmişti Abdülhamit. Aslında ona iltifat ederek onun Hicaz’a dönmesini engellemek istiyordu. Çünkü Hüseyin’in kullanılmaya müsait olduğunu test eden padişah, onu İstanbul’da tutarak gözetim altında tutuyordu. II.Abdulhamit’in bu niyetini anlamayan veya anlamak istemeyen İttihat ve Terakki yönetimi, II.Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Şerif Hüseyin’in Hicaz’a geri dönmesine göz yumdu. Şerif gider gitmez Mekke Emiri oldu ve sonun başlangıcı oldu. Çünkü Şerif, gizli gizli İngilizler’le görüşmeyi devam ettirdi. Sonunda I.Dünya Savaşına giren Osmanlı, Şerif ve aşiretinin ihanetine uğradı.  Bu ihanetin sonucunda Hicaz elden gittiği gibi Arap-Türk nefreti hala bugün devam ediyor birçok kişi nezdinde. Üstelik bu konuda toptancı bir yaklaşım var. Sanki I.Dünya Savaşında tüm Araplar birlik olmuş, Osmanlı'yı arkadan vurmuş imajı veriliyor belirli çevreler tarafından. Maalesef İslam kardeşliğinin önüne geçmiştir bu düşünce. Hala da nefret tohumları pompalanıyor.

Anlattığım bu kısa anekdotun üzerinden yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu iki millet birbirine karşı güvensiz. İttihat ve Terakki yönetimi, Abdülhamit'in taktiğini devam ettirmiş olsaydı Osmanlı yine yıkılırdı yıkılmaya ama İngilizler, Hicaz'ı bu kadar kolay alamaz ve Arap-Türk arasında ihanet tartışması olmazdı. Bu olay geçti geçmesine. Çünkü tarihi geriye sarma durumumuz yok. Ama tarih niçin okunur? İbret almak için.

Günümüzdeki kardeşler arasındaki kırgınlık ihanet noktasında değildir. Anlattığım olayla günümüzdeki ayrışmaların arasında bir benzerlik bile yoktur. Yapılması gereken aynı davaya gönül verenlerin saflarını sık tutmaları, ayrılıklarını değil, ortak fikirlerini ön plana çıkarmaları, birbirlerine iltifat etmeleri gerekir. Kopmaya doğru gideni mahallede tutmaya çalışmakta fayda var. Eğer bu yapılmazsa, gönül alınmazsa birileri karşımıza rakip olarak çıkartmak için uğraşır. Bu da eldeki gücün zayıflaması demektir. İş, kardeş kavgasına dönüşebilir. İleride telafisi mümkün olmayan yaraların açılmaması için tarafların üçüncü şahısların konuşmalarına fırsat vermeden bir araya gelip eteklerindeki taşı dökerek işe başlayabilirler. 13.01.2018 Ramazan Yüce, Konya


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder