Ana içeriğe atla

Çingene beyi, elinin kanıyla iyilik saçıyor!

Bulunduğu ilde yabancıydı ama hep baş tacı yapıldı. Görevlendirme formatörlük, görevlendirme müdürlük, görevlendirme şube müdürlüğünün ardından ilin merkez ilçe müdürlüğüne oturtuldu vekaleten. Ne de olsa ilde yabancı hayranlığı had safhadaydı.

Hiçbir sınavı kazanıp gelmemişti ama olsun, oturduğu koltuğun hakkını vermeliydi. Çünkü hak etmeliydi her şeyden önce. Bunun için müdür olduğu ilçeye gitti göreve başlamak için sabah tam 08.00’de. Çünkü mesai 08.00’de başlıyordu. Yerine geldiği müdür ise daha ayrılmamış, personeli ile vedalaşmamıştı. Sabık müdür, “Sayın hocam, bir toparlanayım, personelimle bir toplantı yapıp vedalaşayım, bana akşama kadar biraz müsaade etseniz” deyince sevinci kursağında kalır. Halbuki ne de sevinmiş ve erkenden koltuğa oturup, ilk günün heyecanını atacaktı. Neyse şurada akşama ne kaldı? Gider, dolaşır gelirim, bugünlük boş geçirmişliğimi sonra telafi ederim” düşüncesiyle koltuğa oturmayı erteler.

Bir gün, bir gün diyerek aynı gün göreve başlar. Ertesi gün emrindeki okul müdürlerine “Yapacağınız projeleri, hedeflerinizi yazıp, bir fotoğrafınızı ekleyerek doldurun ve yarınki toplantıya gelirken elden teslim ediniz” şeklinde bir format gönderir. Formatörlükten edindiği ve bolca kullandığı slaytını açarak toplantısını ‘Bismillah’ diyerek başlatır. Klasik başlangıçları sevmediğini, formaliteyi sevmediğini bir bir sayar, bolca ayet ve hadis okur. Yerinde kalıp kalmayacağı belli olmayan okul müdürleri proje olarak neler yazdı bilinmez ama kendisi ilk toplantısında bir hedef koymuştu: “…..’den dünyaya.” Yani görevlendirildiği ilçeden dünyaya açılmayı hedefliyordu.

Müdürlerin getirdiği projeleri ne kadar okudu, kaçı hoşuna gitti bilinmez ama bir iki ay içerisinde kanunun kendisine verdiği yetkiye dayanarak 7-8 müdürün dışında tüm müdürleri eledi. Belli ki projelerini beğenmemişti. Sonra akıl hocalarının verdiği listeye göre çalışacağı müdürleri yeniden seçip göreve başlattı. Her şey planlandığından hızlı gidiyordu. Çünkü hazırlıklıydı. Kendisine verilen emir erliği görevini yanındaki iki yaveri, pardon yardımcısıyla beraber layıkıyla yapmıştı. Kimini başarısız, kimini paralelci bilmem ne diyerek eledi. Bu kadar kişinin kellesini aldı, ah bir de kadrosu verilseydi. Ama o da gelecekti bir gün. Az sabır göstermek gerekiyordu.

Derken 07 Haziran seçimleri oldu. Sevinci kursağında kaldı. Zira kendisini getiren irade tek başına hükümeti kuramamıştı. İlin düzenlediği bir toplantıya yeni müdürleriyle kendisi de katılmıştı. İlin sorumlu müdür yardımcısı, toplantı gündemiyle ilgili maddeleri tek tek ele alıp değerlendirdi, bazen de okul müdürlerine söz verdi. Dilek ve temenniler bölümünde ise bir okul müdürü, “Hocam! 07 Haziran seçimleri sonrasında öğrenci ve velilerde bir tedirginlik var. Yeniden katsayı geri gelebilir endişesini taşımaya başladı veliler. Hatta bir kısmı çocuğunu İHO ve İHL’lerden almaya başladı. Ne yapacağımızı şaşırdık…” şeklinde bir durum değerlendirmesi yaptı. İlin müdür yardımcısı “Biz görevimizi yapacağız…”şeklinde yuvarlak birkaç cümle söyledi. Yukarıda bahsi geçen müdür cevap vermek için söz aldı: “Arkadaşlar! Biz bu topraklarda Müslüman olarak dünyaya geldik, Müslüman olarak öleceğiz” cevabı verdi. Bu cümlenin üzerine kimse söz de almadı, söz de söylemedi.  Kim, ne söyleyebilirdi ki bu sözün üzerine bir söz.

İlçesinde proje üzerine proje yaptırdı, yarışma üzerine yarışma yaptırdı, etkinlik üzerine etkinlik yaptırdı. Ah bir de emrindeki şube müdürleri bir işe yarasaydı, daha neler yazmazdı kim bilir! Bunun da çözümünü buldu. Tıpkı kendisinin geçici görevlendirme şube müdürlüğü yaptığı gibi yanına görevlendirme şube müdürleri aldı. Yaptığı bu başarılı çalışmaların ardından beklediği kadrosu gelmişti. Daha ne isterdi, mutluluğuna diyecek yoktu. Nereden nereye! Bu başarıya ne yürek dayanırdı, ne de kalp! Bunu ancak kendisi yapabilirdi.

Başarıya giden yolda sıkıntı çekmedi değil. Kendisine referans olan ilin yardımcısı, yanındaki en büyük iki destekçisi FETÖ’den gitmişti ama olsun. Yanındakiler ve üstündeki FETÖ’cülükten giderken kendisi, insanları ‘paralelci’ diye elediği için yerinde kalmıştı belki de. Yapının gazetesine abone olduğu kendisini götürmek için yeterli delil değildi. Şükür ki kendisine bir şey olmadı. Çünkü daha yapacak çok şeyi vardı.

Yapmak isteyip de yapamadıklarından geriye bir dünyaya açılmak kalmıştı. Onu da yapacaktı bir gün. Yurtdışına açılmak. Çünkü ilk gün koymuştu bu hedefi. İşte şimdilerde o hedefini gerçekleştirmekle meşgul. Emrindeki bir okulun ürettiği bir projeye ortak olarak yurtdışında, fakir bir ülkeye buradan götürdüğü yardım paketlerini dağıtmakla meşgul. Sosyal medyada boy boy fotoğrafları paylaşılıyor. Gücüne güç katıyor, şöhret basamaklarını bir bir tırmanıyor. Hele küçük bir çocuğu kucağına alması yok mu? Merhamet timsali mübarek! Öyle bir görüntü veriyor ki tıpkı ki bir iyilik meleği. Haklı-haksız yüzlerce müdürün kanına giren, kellesini alan o değil sanki!

İçini bilinmez ama reklam fena değil. Reklam reklamdır. Zira reklamın kötüsü olmaz. Bu son dünyaya açılma aşaması onu daha yüksek mertebelere taşıyacak gibi. Baksanıza kendi ilçesini düzeltti, şimdi dünyayı düzeltiyor.

İyi yükselmeler bayım! Çünkü senin için yükselmenin sınırı yoktur. 15/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde