Ana içeriğe atla

Güvendiğimiz dağlara karlar yağmaya devam ediyor hep ***

Ülkemizde birbirimizle ilişkimiz, alışverişimiz, tamir vb. işlerimiz genelde güven esasına dayalıdır. Bunun için tanıdık veya tanıdığın tanıdığını arar buluruz. Güvendik mi ölümüne güvenir, ölümüne gideriz yanına. Bir başka kapıya adım atmadığımız gibi başka yerden de kolay kolay fiyat sormayız.

Gireriz tanıdığımızın yanına, bir taraftan bize ikram edilen çayımızı yudumlarken gözümüz kapalı alırız gerekli olan ve olmayanı. Bir taraftan da ortak tanıdıklarımızın muhabbetini yaparız. İş ödemeye gelince "Durumun müsait değilse sonra da alırız" şehir teklifi yapılır bazen. Çok hoşumuza gider bu teklif. Sonsuz güven gibi algılarız bu ilgiyi. Hele bir de "Efendim, başkasına şu fiyattan veriyorum, siz tanıdıktan öte aile dostumuzsunuz, size şu fiyattan yazdım" deyince moralimiz yerine gelir, zaten pazarlık bile yapamayız. Zira adı üzerinde tanıdık. pazarlık mı yapılır? Biz onu, o bizi tanıyor ne de olsa. Ödemeyi yapar çıkarız.

Alışverişten çıktıktan sonra ödemenin biraz tuzlu olduğu aklımıza dank eder. "Niyetimizi bozmayalım, adam tanıdık, bize mi pahalı verecek, daha neler!" diyerek kendimizi ikna etmeye çalışırız. Biz içimizde pahalı mı aldık, ucuz mu aldık muhasebesi yaparken evimize gelen veya aldığımızı gören bir başka dostumuz "Hayırlı olsun, güzel görünüyor, kaça vardı?" diye sorduğunda bize mal olan fiyatı söyleriz. "Pahalı değil mi? Siz pahalı almışsınız. Bu aldığınız falan yerde şu fiyat" deyince 'Efendim markası farklıdır, bizimki şu marka' şeklinde savunuruz. Olayın iç yüzünü deşeledikçe aynı marka olduğu ortaya çıkar. Sonunda bir dost kazığı yediğimiz ortaya çıkar. "Bir daha mı, bedava verse de gitmem artık' deriz. Aramızda soğuk rüzgarlar esmeye, yanına uğramamaya başlarız. yanına varsak da içimizde hep bir ukde kalır. Giden paradan ziyade yapılan muamele zorumuza gider. Hatta yeni bir şey alacağımızda dostumuzdan habersiz bir başka yerden alır, geçer gideriz. Haberi olduğunda kararsa da ne demişti atalarımız, "Dostunla ye, iç, ama alışveriş yapma!' En iyisi bu deriz.

Gerçekten bizim bu halimiz hiç değişmeyecek mi? İnsanlar hep dost veya tanıdık kazığı mı yiyecek? Bu işe tanıdıklar bir dur demeyecek mi? "Yarın haberi olursa biz yüz yüze bakacağız" diye düşünmüyorlar mı? Ama gördüğüm kadarıyla para tatlı geliyor; kazanma hırsı gözlerimizi, basiretimizi bağlıyor.

Geçen hafta bana göre gereksiz çocuğuma göre gerekli bir şey aldım. Şu aksesuarını, bu aksesuarını da alalım, almışken tam olsun derken 6 bin lirayı buldu alacağımız. Bu aletin içine bir yükleme yapılması gerekiyormuş, aldığım yerde 500'e yüklüyorlarmış. Aradım tanıdığımı, durumdan bahsettim. "Yazık olur o vereceğiniz paraya, biz onu cüz'i bir miktara, 100 liraya yaparız, sen al gel buraya dedi. Götürdüğüm zaman tanıdığım yokmuş, ortağı varmış. Adamcağız saatlerce uğraştı, didindi, yapılması gerekeni yaptı. O uğraştıkça içimden "Tanıdık da yok, şimdi bu adam bizden daha fazla para isterse, ortağın şu kadar fiyata yaparız demişti desem ayıp olur, üstelik saatlerce uğraştı, sonra adamı tanımıyorum, bir yabancı, bakalım hayırlısı" derken iş bitti, borcumuz ne kadar dedim. "40 lira ağabey borcunuz" demez mi adamcağız. Parayı verdim eşyamı alıp çıktım. Ben içimde farklı dünyaları yaşarken daha 15 yaşındaki çocuğum aradaki fiyat farkının farkına varmış olmalı ki, "Baba! Bu nasıl iş, hani cüz'i bir miktara, yüz liraya yapılacaktı" dedi. Yani içimdeki hayıflanmamı dışa vurdu.

Kimsenin kazandığında falan gözüm yok. İnanır mısınız, para önemli değil, 6 bin lirayı gözden çıkaran, firmadan 500'e yüklemede yaptırtır, ya da tanıdığın dediği yüz lirayı da verir. Düşünüyorum da keşke 6500 lirayı verip hepsini firmaya yaptırmış olsaydım da tanıdığın bana yüz lira fiyat çekmesine şahit olmasaydım. İnsanı yıkan da bu maalesef. Aradaki 60 lira fiyat farkını ödemiş olsaydım ne beni öldürür, ne de onu ondururdu. Konuşmaya bile değmez. Burada kaybolan koca bir güvendir. Keşke her şeyimizi kaybetsek de güvenimizi kaybetmeseydik, ne de güzel olurdu. Daha önce gözüm kapalı gittiğim, malımı, eşyamı bıraktığım, onca işimi yaptırıp ödeme yaptığım bu dostun yerine bir daha gider, iş yaptırır mıyım, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, dostum bir müşteri kaybetmekle kalmadı, ona olan güvenimi de yok etti. Bundan önceki ödediğim paralara da leke getirdi. Değer miydi 60 lira için dostluğu kaybetmeye? Bence değmez. 15/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya

*** 16/01/2018 günü haberladik.com adresinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde