Ana içeriğe atla

Gül ile Çok Oynamak

İnsanların çok sevdiği bir çiçek türüdür gül. Birçok rengi vardır. Her bir renge ayrı ayrı anlamlar yüklenmiştir. Adına nice şiirler yazılmıştır. Sevgiliye takdim edilen en güzel hediyedir. Hemen suyun içine konur solmasın, kurumasın diye.

Çiçek/gül dalında güzeldir. Hem göze hitap eder, hem de gönle. Buram buram tüter. İnsanın içini açar. Koparmaya kıyamaz insan. Seyrettikçe seyreder. Tasavvuf edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Hz Muhammed'e gül Muhammed denir.

Herkesin yanında özel bir yeri olan gül, narindir, kibardır. Okşamasını, tutmasını bilmeyenlerden hıncını iğnesini batırarak alır. Çünkü dikeni vardır. Gül, dikeniyle beraber güldür. Aynı zamanda kırılgan ve alıngandır. Ne zaman küseceği, neye alınacağı belli olmaz. Belki de istediği; ilgi, alaka ve okşamadır. Çünkü gıdası budur. Yeterince gıdasını alamayınca hayatı zindan olur. Hayat kendisine zindan olunca içine kapanır, kolay kolay açmaz. Açsa da yüz güldürmez. Çünkü kendisi gülmeyince etrafına da zırnık koku vermez. Belki de iltifat bekler. Görmediği iltifat onu yalnızlığa iter. Kendisine tat vermeyen gül; açsa bir türlü, açmasa bir türlü.

Hayatın vazgeçilmezi gülün, günlük hayatımızda var olması, bize koku vermesi, bize enerji vermesi, bizden biri olması isteniyorsa güle gıdasını vermek, gerekirse okşamak gerek. Zira almadan vermek sadece Allah'a mahsustur.

İnsanlar da gül gibi değil midir? Ne zaman kırılıp alınacağı belli olmaz. Zira her insanın bir damarı vardır. Dün bizden biri olan bugün bize yabancılaşmışsa, ırak illere gidiyorsa, içimize girmiyorsa o zaman ortada bir sorun var. Önce bu sorunu bularak başlamalıyız işe. Bunun yolu iletişimdir. Diyalog ortamı olmayınca ortalık üçüncü şahıslara kalır. Var gücüyle nefret pompalarlar. Böyle durumlarda yetkili ve yetkisiz kişilerin ağzını tıkamak gerek. Yoksa iş, birbirine rakip olmaya, hatta kan davasına kadar gidebilir. Bu zeminin oluşmasına tarafların sessizliği, ulu orta meydanlarda birbiri hakkında konuşması tetikler.

Herkesin ağzını tıkamanın yolu, tarafların bir araya gelmesi, alındıklarını ortaya dökmesi, birbirinden bekledikleri hassasiyetleri ortaya koymaları, birbirini anladıktan sonra kamuoyunun karşısına birlikte çıkıp ortak açıklama yapmaları en akıllıca hareket olur kanaatindeyim. Böyle yapılmazsa gül, yüz güldürmez. Biz güle, gül de bize üzülür. Bir zaman sonra kılıçlar çekilir, testi kırılır. Kırılan tek taraf olmaz. İkisinden de alır, götürür. Bundan camia zarar görür.

Unutmayalım ki dostun attığı gül yaralar. Ama güle atılan gül de gülü yaralar. Gülü başkasına yar etmeyelim. Biz güle gülelim, gül de bize gülsün. Biliyorsunuz gülümsemek de bir sadakadır. Haydi var mısınız sadaka kazanmaya! 02.01.2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde