Ana içeriğe atla

Adı Tatlı Telâşeymiş!

Anadolu'da düğünler zahmet, meşakkat, sıkıntı, masraf ve maliyet olsa da mutlu bir yuvaya adım atılacağı için adına 'tatlı telaşe' deniyor. Adını kim koydu bilmem ama tatlı olup olmadığı su götürür. Çünkü düğünün kendisi başlı başına bir koşuşturmadır. Hem vücut yoruluyor, hem de zihinler.

Düğün hazırlıkları bir taraftan tam hız gidiyorken diğer taraftan da acaba bir aksaklık olur mu? Arada bir sıkıntı meydana gelir mi? Kaç kişi çağıralım, acaba bütçemiz kaldırır mı? Davet ettiğim kişiler gelir mi? Gelirse ne kadar fire verir? Yemek yetmemezlik yapar mı? Misafirler geri döner mi? Yemekler güzel olacak mı? Bu minval üzere kafanda kırk tilki davetli listesi hazırlamaya başlarsın. Önce kaç kişiye kart dağıtacağını tespit edersin. Ardından  kız evine ne kadar kart lazım olduğunu sorarsın, oğlan ne kadar kişiyi çağıracak onu belirlersin. Geriye kalan davetli sayısı sana kalır. Sen de bir liste çıkarırsın, sayıyı geçiyorsa elemeye, doldurmuyorsa ilave yaparsın.

Sayıyı tutturmak epey uğraştırır insanı. Şunu çağırmasam olmaz, bunu çağırmasam olmaz. Sağa koyar olmaz, sola koyar olmaz. Sonunda doğru-yanlış bir seçme ve elemeye tabi tutarsın. Davetiye yazamadığın dostlarının ezikliğini duyarsın. Keşke duymasa, duyarsa mahcup olurum endişesi taşırsın. Sonunda kartları yazmaya başlarsın.

Kartları yazdıktan sonra bir sorun da burada başlar. Bu kartlar nasıl dağıtılacak? Haydi dağıtmaya kalktın, görüştüğün çoğu kimsenin evini bilmezsin. Kime, nasıl ulaştırırım şeklinde kara kara düşünürsün. Nazın geçenlere whatsap aracılığıyla gönderirsin. Bazıları da sanal davetiyeyi kabul etmez. Kart gelecek bir defa der. Bazılarına telefon açar, evinin adresini alırsın. Kart vereceğim, hayırlı bir işimiz var dersin. Acaba bir umut, kardeş whatsaptan gönderiver der mi diye bekler durursun. Evine kartı vermeye varınca "Buraya kadar niye yoruldun, whatsaptan gönderseydin cevabı alırsın. Be mübarek ev adresini isterken söyleseydin ya. Hoş bazıları söylüyor. Bu tipler leb demeden leblebiyi anlayan kişiler. Allah sayılarını çoğaltsın.

Bazısının evini ara ara bulamazsın, hele bir de yol özürleysen. Sinirinin tavan yaptığı andır bu an. Ne faydası olacaksa. Bazısı davetiyeyi aldıktan sonra "Yapacağım bir şey var mı, içten söylüyorum, hiç çekinme bak." deyince Hızır ayağına geldi diyorsun.  "Efendim falana bir kart verilecek, evi size yakın" dersin. "Olurdu ama göremem ben" cevabını alırsın. Tam Hızırı buldum derken sevincin kursağında kalır. Madem yapmayacaksın be adam! O zaman ne diye  "Yapacağım bir şey var mı" diye sorarsın. Ama hakkını yemeyelim, bazıları da tam hizmet için yaratılmış, ne görevi verirsen, kimin kartını verirsen, bana uygun değil demez, başüstüne diyerek koşar. Allah razı olsun.

Bazılarına da kartı verirsin, beklerim dersin. İnşallah cevabı alırsın. Bu adam kesin gelecek, çünkü Allah'o şahit tuttu dersin. Adam düğününde boy göstermez, gelemedim diye de aramaz, şu mazeretim vardı da demez. Demek ki bu tip için inşallah, canım isterse, boşta kalırsam gelirim demekmiş.

Bazısına da biri vasıtasıyla davetiyeyi ulaştırırsın. Kartı başkasının getirmesini garipsiyor. Çünkü kartı düğün sahibi dağıtırmış. Bu yüzden önceki aracı aradan çekiliyor. Garibine gitse de kart bizzat senin elinle onun evine ve eline ulaşacak. Ah bir de okur-yazar olsa, kartı okuyabilse hiç gam yemeyeceğim. Bunu yapan da bir yabancı değil, sonradan oluşan bir hısımlık. Kaybetmezsek bulduk bir defa. Sen meğer hısım değil, hasım edinmişsin. Düşman yapmaz yaptığını. Hem cahil, hem de burnundan kıl aldırmayan tip böylesi. Yol bilmez, yolak bilmez, oturduğu yerden kınanacak durumunu kınar durur. Buna göre her işini sen yapacaksın. Aslında böyle tip yerinde dursa -ki taş yerinde ağırdır- düğününe gelmese düğüne rağmen kuş gibi hafiflersin, çifte düğün yapmış gibi sevinirsin. Ama bu mutluluğu sana reva görmez, burnunun ucunda biter, sevincini kursağında bırakır. Çünkü kambersiz düğün olmaz.

Kart dağıtım işi bitince kuş gibi hafiflersin. Ama iş bitmiyor. Bu sefer düğünün üzerine yoğunlaşırsın. Basit gibi görünen düğünün sadece davetli listesi ve kart dağıtma işinin bir kısmını anlattım size. Abartı var derseniz beni düğünden fazla yormuş olursunuz. Bu işler göründüğü gibi değil. Halep orada ise arşın burada.  Buyurun, denemesi bedava. Zira hamama giren terler. Görün o zaman bu tatlı telâşın başınıza getirdiğini... 

Bana düğün için yapabileceğim bir şey var mı diyen olursa, bana sadece düğünlere 'tatlı telaş' diyen adamı bulun gelin, başka hiçbir şey istemiyorum sizden... 27.11.2017 Ramazan YÜCE 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde