Ana içeriğe atla

Dilencinin Böylesi ve Sadaka Taşları *


 
Bu ülke; cami önünde dileneni, esnaf esnaf dolaşıp para isteyeni, çarşı-pazar dolaşıp "Affedersiniz, dilenci değilim, memleketime gidemedim, yol param yok, dolmuşa binecek param kalmadı, kömür alamadım..." diyerek dilencilik yapanın her türlüsünü gördü de benim bugün gördüğümü kimse görmedi sanırım. Ya da ben hiç tevafuk etmedim.

Bugün wc ihtiyacımı gidermek için belediyenin hizmeti olan 'ücretsiz wc'ye girdim. Hoşumuza giden adına hizmet denen bu bedava tuvalet tasarrufunu da anlamış değilim. Çünkü çay kaşığıyla verilen bu hizmetin bedelinin kepçeyle su faturalarına yansıtıldığını düşünüyorum. Çünkü bedava hizmetin bedeli ağır olur. Al-gör gününü der gibi. Yol yakınken belediye bu bedava hizmetinden vazgeçsin. Hatta her tuvaletine bir görevli koyarak normal bir bedel alsın. Amme adına yapacağı her hizmetten makul bir ücret alsın. Yoksa bu bedava hizmet su abonelerine çok pahalıya mal olacak. Ali'nin yararlandığı bedava wc hizmetinin ceremesini başka Veliler çekmesin.

Wc'deyken lavabo kısmında bir konuşmaya kulağımı kabarttım. Tuvalete girerken avucunun içinde bir 5 lira ve bozuk bir liraların olduğu gencin biri para istiyordu giren çıkandan. "Sigara alacağım, bir liram eksik, dilenci değilim" şeklinde. Konuşmasına bakılırsa Konyalı değildi. Hatta Türkiyeli hiç değil. Çünkü aksanı farklıydı. Lavaboda konuştuğu kişi bir polisti. "Ayıp değil mi, bu yaşında ne para istersin, git çalış" diyor. O da; "Tamam polissin. Senden bir şey istemiyorum. İstediğim sadece bir lira. Sigara alacağım, dilenci değilim" dedi. Polisin nerelisin sorusuna verdiği cevabı anlayamadım.  Çünkü bir o, bir o konuştu önce. Sonra ses ikileşti. Birbirine kızıyorlardı seslice. Az sonra ses kesildi. Bu arada ben de wc'den çıktım. Merdivenlerden çıkarken para isteyen genç 15 yaşlarındaki bir çocuğa teşekkür ediyordu. Anlaşılan bir lirası eksik sigara parasını çocuk tamamlamıştı. Çocuğu bile cömert bu ülkenin gördüğünüz gibi.

Gencimiz bugünlük içeceği sigarasının parasını bu şekilde toplamıştı. Yarın ne yapacak, veya hangi yolları deneyecek bilmiyorum. Çünkü bu, bir defa alınıp içildikten sonra bırakılan bir meret değil, sürekli ister. Sigara parasını isteyerek karşılayan, bütün yolları tükettikten sonra belki hırsızlığa bile başlar yakında. 

Karşılaştığım bu olay garibime gitmedi değil. Genç bu topluma yabancı ki sigara parası dileniyor. Bu şekil dilenmeye bu millet çok sıcak bakmaz. Halden anlayan sigara içen bile kolay kolay para vermez. Çünkü kendi içer içmeye. Gerekirse sigara ikram eder, gerekirse sigara ister. Ama sigara parası vermez. Hele tanımadığına asla. 

Günümüzde yaşına-başına, gücüne-kuvvetine bakmadan dilenen dilenene. Ne çarşı, ne pazar, ne yol, ne mağaza, ne cami, ne de ev deniyor. Gün geçtikçe eksilmiyor, artıyor dilenen sayısı. Dilenciden geçilmiyor insan kalabalığının olduğu her yer. Öyle zannediyorum İslam ülkelerinin sorunu ilk başta bu sorun. Bu sorun nasıl halledilecek? Bunun üzerine kafa yormak lazım. 

Yan tarafta gördüğünüz resmin adı, sadaka taşıdır. Kökeni Selçuklu dönemine kadar gider. Osmanlı döneminde yaygın bir yardım şeklidir. Kayıtlarda Osmanlı dönemine ait sadece İstanbul'da 160 yerde sadaka taşının olduğu belirtilir. Genellikle cami bahçelerinde olan bu taşın amacı, fakir ve ihtiyaç sahibi kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak için zengin kişilerin bıraktıkları para vb. şeylerin bırakıldığı yerlerdir. Bu sadaka taşına kimin para koyduğu da belli değil, kimin buradan para aldığı da. Bu sadaka taşıyla fakirin rencide olmaması düşünülmüştür. Sağ elin verdiğini sol el görmemedir bunun adı. Düşünülmüş, proje haline getirilmiş ve uygulanmış eşsiz ve benzersiz bir sosyal projedir bu. Dilenmeyi tam yok edemese de azalttığını, fakirin onurunu koruduğunu düşünüyorum. Düşünüp uygulayandan Allah razı olsun.

Öyle zannediyorum bu harika projeyi günümüzde yeniden canlandırmanın tam zamanı. En azından dilencilik için peşimize takılanlara parayı nereden bulabileceğini söyleriz. Sadaka taşlarındaki parayı hemen boşaltan dilenci bir müddet sonra 'Ben ihtiyacım kadarını alayım, nasılsa sürekli konuyor, benden başka ihtiyacı olanlar da var' diyecektir. İlk başlarda aksaklıklar veya kötüye kullanma olsa da bir müddet sonra rayına oturacağını düşünüyorum.

Proje proje diye gece gündüz rüya görenler, ne yapsak diye toplantı üstüne toplantı düzenleyen etkili ve yetkili kişiler! Buyurun size geçmişte başarıyla uygulanmış bir proje. Haydi başlatın böyle bir projeyi! Ön ayak olun bu toplumsal yaramızı yok edecek veya en aza indirgeyecek sadaka taşlarına yeniden. Unutmayalım ki bir işe sebep olan, onu yapmış gibidir. Haydi göreyim sizi! 28.11.2017 Ramazan YÜCE 

* 06/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde