Ana içeriğe atla

“Boynu kırılası öğretmen!” *

Öğrencisinin okumaya geçmesinden dolayı sevinç ve mutluluğunu gizleyemeyen öğretmen, öğrencisinin yanağına bir makas atar. Çocuğunun yanağındaki kızarıklığı gören anne, eşini arayarak durumu anlatır. Eşi de çocuğuna okumayı öğreten öğretmeni işyerine çağırarak konuşmak istediğini söyler.

Öğretmen, yanına öğretmen eşini de alarak velisiyle görüşmek için velinin işyerine gider. Varır varmaz "Sen benim çocuğuma nasıl yaparsın bunu" diyerek yanındaki dört kişiyle beraber öğretmene bir boğa gibi saldırır. Araya girmeye çalışan eşi de dayaktan nasibini alır. Sonuç, yediği dayağın haddi hesabı yoktur ve  boyun kemiği kırılır. Hâlihazırda öğretmen yoğun bakımda can çekişiyor. Olay 24 Kasım öğretmenler gününde Gaziantep'de geçiyor. Öğretmene şiddet uygulayan 5 kişi, ifadesi alındıktan serbest bırakılıyor.

Öğretmene, gününde verilmiş en güzel hediye. Hayatı boyunca unutamayacağı bir hediye bu. Zaten hediye, unutulmamak için verilir bizde. Her öğretmenler günü geldiğinde öğretmenimiz hayırla yâd eder bu hediyeyi. Hediye dediğin böyle olur. Helal olsun velimize. Orijinal bir hediye bulmuş. Neymiş bugünde çiçek vermek, gül vermek, mesaj göndermek, sponsor vasıtasıyla bir yemek ikram etmek veya cebinden yemek yemek. Bunlar klasik hediye. "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" sözü çerçevesinde çocuğuna okumayı öğreten öğretmene haddini bildirmiş veli. İyi de etmiş. Çocuğun yanağı sıkılır mı? Bir defa ayıp bu öğretmenin yaptığı. Onun görevi sadece dersini anlatıp öğrencisine okumayı öğretmek. Bir defa sevgi gösterisinde bulunmak öğretmen ciddiyetiyle bağdaşmaz. Sonra sevinmesine de gerek yok. Zaten öğretmenin görevi o çocuğa okumayı öğretmek. Gök görmedik gibi sevinmek de neyin nesi? Hele yanağını sıkmak! Bu çocuğu aile ne emek vererek büyüttü. Aile büyütsün, öğretmen gelsin çocuğun yanağını sıksın. Olacak şey değil. Boyun kemiği kırılmış. Boynu kırılsa daha iyiydi. Hanımının yanında öğretmeni benzetmek de iyi olmuş. Ellerine sağlık!

Bu tip velilerin çocuğunu dışarıya çıkarması, hele hele okula göndermesini bir nimet olarak görmek lazım. Uçan kuştan korumak için veli, çocuğunu eve kapatıp turşusunu kurabilirdi. Veli, her türlü tehlikeyi göze alarak çocuğunu okula göndersin…Ama öğretmenler velilerin iyi niyetini kötüye kullanıyor. Bu öğretmenler de fazla oluyor artık. Artık devlet bu işe bir el atmalı, öğretmenlere yeri ve haddi bildirilmeli. Caydırıcı yaptırımlar başvurmalı… Devlet görevini yapmayınca bu iş vatandaşa kalıyor. Yazık değil mi vatandaşa! Haydi dayak attıkları öğretmen ölseydi ne olacaktı?  Yok yere kodesi boylayacaklardı. Baba hapse girince  yüzüne makas atılan çocuk babasız büyüyecekti maazallah!

Bereket, dayakçı veli ve yardımcılarını mahkeme, ifadesini aldıktan sonra serbest bırakmış. Gördüğünüz gibi yanlış hesap daha Bağdat'a varmadan mahkemeden dönmüş. Aslında bu velileri savcılığa çağırmak bile ayıp. Velinin çocuğunu koruması da suç olacak neredeyse. Ne yapacaktı veli? Çocuğuna makas atan öğretmene "Aferin hoca, iyi yaptın" deyip eli armut mu toplamalıydı? Akşam eve gelince çocuğunun yanağındaki kızarıklığa babanın içi nasıl dayanacaktı? Aslında polis ve mahkeme, veli yerine öğretmeni ifadeye çağırmalıydı.

Ne yapmalı devlet? Derse giren öğretmenin öğrenciye yaklaşmasını yasaklamalı, hatta yasaklamakla kalmamalı. Çünkü bazı öğretmenler yasak dinlemiyor. En iyisi öğretmenin öğrencisiyle temasın önüne geçmek için öğretmen kürsüsü demir parmaklıklarla çevrilmeli. Öğretmen derse girer girmez zil çalıncaya kadar üzeri kilitlenmeli. Öğretmen dersini buradan anlatmalı. Öğrenci ne yaparsa yapsın öğretmen kafesinden çıkamamalı. Meclis, nasıl ki kendi dokunulmazlığını garantiye alıyorsa veli ve öğrencinin de dokunulmazlığını koruma altına almalı.

Gördünüz mü çözüm önerimi? Bazılarınızın garibine gidebilir bu çözüm önerisi. Ama çocuk psikolojisini ve günümüz veli profilini bilmeyen öğretmenler için başka da yol görünmüyor.
26/11/2017 Ramazan YÜCE

* 29/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde