Ana içeriğe atla

Bir Vekilin Bir Günü *

Zamanın behrinde, bir vekil hafta içi seçim bölgesine gelir. Kendiliğinden mi yoksa partisi görev mi verdi bilinmez, bazı ilçeleri ziyaret etmek ister. Partisinin ilçe teşkilatları harekete geçer ve “Falan vekil şu gün ilçemizde olacak, size de uğrayabilir” notunu tüm kurumlara bildirir. Kurum amirleri söylenen günün öğle arasını bile kurumlarında geçirirler ve dört gözle vekili beklerler.

Vekil o gün gelmez. Ertesi gün “Sayın vekil, kurumunuza bugün saat 13.30’da gelecek” bilgisi verilir. Kurum amiri kendi çapında hazırlığını yapar. Makamından da bir yere ayrılmaz. Temiz olmasına rağmen kurumun içi, dışı ve yol güzergahı tekrar temizlenir.

Belirtilen saat gelir. Ha geldi gelecek beklentisi içine girilir. Saat 14.00, 15.00 olur. Beklenen misafir bir türlü gelmez. Acaba gelmeyecek mi denmez, hacıyolu bekler gibi beklenir. Nihayet vekil, öncesinde kaç ilçe kaç kurum gezdi bilinmez; yanında ilçe başkanı, belediye başkanı ve bir diğer kişi ile birlikte 15.30’da makama ayak basar.

Hoş geldin faslından sonra çaylar yudumlanırken vekil maskesi çenesinde olduğu halde havadan sudan konuşur, diğerleri de maskeli bir şekilde vekili dinlerler. Vekil konuştukça araya kimse girmez. Hepsi bir güzel vekili tasdikler. Hızını alamayan vekil, “Buraya gelmişken bir de eski başkanı arayayım” der. Diğerleri dinlerken eski başkana şiir bile okur. Okudukça gülmeyi de eksik etmez. Bu arada kapıyı açık gören biri, vekilim gelmiş, bir hoş geldin diyeyim düşüncesiyle açık kapıdan içeri girer. Tanışma faslından sonra vekil, geriye kalan muhabbetini bu yeni gelenle yapar.

Toplamda bir 25 dakika kurum amirinin odasında kalan vekil, bu ziyaretinden memnun bir şekilde ayrılır, ziyaretini başka açık bulduğu kurumlara girerek devam ettirir.

Vekil kurumdan ayrıldıktan sonra ziyaret edilen kurumun amirine kurumda çalışan biri, “Efendim! Sayın vekil, kurum işleriniz nasıl gidiyor, aşamadığınız ve benim Ankara’ya iletmemi istediğiniz bir sorununuz var mı” şeklinde bir soru sordu mu der. Amir, “Sormadı maalesef. Sorsaydı şu derdimizi söyleyecektim” cevabını verir. Kuruma bir vesileyle ziyarete gelen esnaf da “Sayın vekil, niçin kurumları ziyaret eder de biz esnafın kapısını çalmaz, niçin derdimizi sormaz” serzenişlerini dile getirir ama bu serzeniş havada kalır. Zira bu soruya cevap verebilecek vekil, esnafa görünmeden son kurumu da ayaküstü ziyaret ederek aşağıda kendisini bekleyen aracına bindiği gibi şehrin yolunu tutar.

Belli ki bu vekil kimse, tecrübeli mi tecrübeli. Nereye gideceğini, kimin çayını içeceğini iyi biliyor. Esnafın yanına gidip de niçin ağrımaz başını ağrıtsın, halkın arasına katılıp niye terlesin. Kendisi terleyeceğine kurumları terletir. Nasılsa kurumların dili yok. Gider orada muhabbetini yapar, herkes onu ağzı açık dinler. Sonrasında da “Falan gün şu şu ilçelere giderek seçmenlerimle buluştum. Onları iş üstü ziyaret ettim. Tarafımdan hiçbir sorun tespit edilmediği gibi herkes mutlu mu mutlu!” raporunu hazırlar ve gönül rahatlığı içerisinde Ankara’nın yolunu tutar.

Vekilin kurum ziyaretlerini izleyen birinden, vekilin bu bir gününü öğrenince insanımızın, 600 vekilden biri olmak için niçin çok çaba sarf ettiğini, seçilip mazbatasını aldıktan sonra ölünceye kadar vekillik yapmak için her seçim döneminde niçin tekrar tekrar adaylık başvurusu yaptığını şimdi daha iyi anlıyorum. Nasılsa “kimsin, necisin, bizim şu derdimiz var, bunu niye çözmüyorsunuz” diyen yok. Diyecek varsa da oralara uğramıyor. İlçeye gitti mi gitti, seçim bölgesindeki seçmenleriyle buluştu mu buluştu. Görev tamamlandı mı tamamlandı. Bu arada vekilin hoşsohbet biri olduğu bilgisi de tarafıma iletildi. Zaten önemli olan muhabbet değil mi? Zira “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane”. Ötesi ve fazlası boş ve angarya, ver elini Ankara!


*13/02/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde