Ana içeriğe atla

Çelişkinin Böylesi *

01.12.2006 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı, MEB’de görev yapan yönetici ve öğretmenlerin ek ders saatlerini düzenlemektedir. Karar’ın detayına girmeyeceğim. Bu Karar’da yer verilen ek ders çizelgesine göre okul yöneticileri, aylık karşılığı ders görevi olarak haftalık 6 ders saati derse girmekle yükümlü kılınmışlardır. Yöneticiler isteğe bağlı derse girmek isterlerse üzerine bir 6 saat daha derse girebiliyorlar. Daha önceki Yönetmeliklerde “2 saatten az olmamak şartıyla 6 saate kadar derse girer” şeklinde belirtilen bu görev dolayısıyla okul yöneticileri, 2 saat derse girmek suretiyle aylık okutmakla yükümlü oldukları dersi yerine getirmiş oluyorlardı.

Bakanlar Kurulu’nun yöneticilerin 6 saat  girmesi kararını almasında, öğretmen ihtiyacını en aza indirgemek ve okul yöneticisinin asli görevini unutmamasını sağlamak olduğu zaman zaman dillendirildi. Çünkü okullarda görevli yöneticilerin asli görevi öğretmenliktir. Aldıkları idari görev ise tali bir görevdir.

Kurul’un aldığı bu karar çok tartışıldı: “Okul müdürü derse mi girecek yoksa okulun idari işlerini mi yürütecek? Toplantı vb nedenlerle çoğu zaman iki saat derse bile giremezken şimdi altı saat derse nasıl gireceğiz…” şeklinde serzenişler dile getirildi. Yetkili konfederasyon bu serzenişlere bigane kalmadı. Maaş ve diğer hakları görüşmek için hükümetle her masaya oturuşunda yöneticilerin altı saat derse girme zorunluluğunun da kaldırılmasını, iki saat girmelerinin yeterli olacağını gündeme getirdi. Nihayet 14 Ağustos 2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Toplu Sözleşme metnine, okul müdürü ve müdür başyardımcıları, 1 Ocak 2014’den itibaren “2 saatten az olmamak üzere 6 saate kadar girer” maddesi eklendi. Bu tarihten itibaren okul müdürü ve müdür başyardımcıları haftalık 2 saat derse girmek suretiyle aylık karşılığı ders görevini yerine getirmektedirler. Müdür ve Müdür başyardımcılarına toplu sözleşme ile verilen bu hakkın diğer müdür yardımcılarına da verilmesi için uğraşıldı ama şu ana kadar bu konuda bir gelişme sağlanmadı.

Buraya kadar yazdıklarım işin içinde olanların malumu. Bundan sonra bu konuda bazı müdür ve yardımcıların düştüğü duruma işaret edeceğim: “Ek dersle ilgili yöneticilerin haftada 6 saat derse girme zorunluluğuna”, “Biz altı saate nasıl gireceğiz diyen bazı okul müdürü ve yardımcıları 6 saat derse girmekle beraber isteğe bağlı olarak bir 6 saat daha derse giriyorlar. Üzerine hafta içi veya hafta sonu açılan DYK kurslarında da derse giriyorlar. Öyle idareciler var ki bir öğretmen kadar hatta öğretmenden daha fazla derse girmektedirler. Bu idareciler niye bu kadar fazla derse giriyorlar? Hepsi için söylemeyeyim ama bu şekil ilave ve fazla derse giren çoğu idarecilerin iştahını, alacakları ek ders ücreti kabartıyor. Çünkü aylık karşılığı girmekle yükümlü olduğu dersin üzerine gireceği ikinci altı saat ücrete tabi. Hafta içi veya hafta sonu girdiği her bir DYK dersi ise normal ücretin iki katı bir ücret getiriyor. Sanırım bu arkadaşların niye bu kadar fazla derse girdikleri şimdi anlaşıldı.

Kimsenin aldığı ücrette falan gözüm yok. İsteyen istediği kadar derse girsin ve ücretini alsın ama bu fazla derse girmede ben çelişki görüyorum. Dün biz nasıl gireceğiz, onca iş yükü var üzerimizde diyenlerin, bugün fazlaca derse girmelerinin başka da izahı olmasa gerek. Demek ki para prensibi bozabiliyormuş ve kişiyi çelişkiye düşürebiliyormuş.

Bu arada bu konuda şahsi kanaatimi söylemek istiyorum. Okul müdürü ve yardımcılarının bir saat dahi olsa derse girmelerini istemiyorum. Niçin derseniz, istisnaları hariç tutuyorum, idarecilerin girdiği dersten hayır gelmez. Çünkü idarecinin vücudu derste olsa da kafası yetişmesi gereken işte, gitmesi gereken toplantıda, gelen telefonlara cevap vermede, gelen veli ve öğrencinin işini görmededir. Kafası idari bürosunda olan biri, sınıfta ne derece kendini derse verebilir, ne derece dersine hazırlıklı girebilir, bunu da bu arkadaşların insaf ve takdirlerine bırakıyorum.

*22.02.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde