Ana içeriğe atla

Din Dili veya Mütedeyyin İnsanların Dili *

İslam dini kulun Allah ile irtibatını sağladığı kadar insanın toplumla ilişkilerini de düzenler. Bireyi hedef alan din aynı zamanda toplumsal bir dindir. Kişinin Allah'a karşı görevlerini düzenlerken toplumsal bir varlık olan insana, toplumla ilgili görevler de verir. Bunlardan bir tanesi de "emri bil maruf ve nehyi anil münker" denilen iyiliği emretme kötülükten sakındırma görevidir. Bu görev için dinimiz "İçinizde iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun" diyerek bu görevi herkese değil, bir gruba vermiştir. Hadiste "Kim bir kötülük gördüğünde gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin, buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetsin. Yani hoşnut olmadığını hissettirsin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır" denmek suretiyle bir gruptan bahsedilmemiş, bu görev herkese verilmiştir. Ayet ile hadisi birlikte düşünürsek kimin neye, ne kadar gücü yetiyorsa elinden geleni yapması, aynı zamanda bu görevin profesyonel bir ekip eliyle yapılması gerektiğini çıkarabiliriz.

Gücü yetenin gücü çerçevesinde, profesyonel ekibin de imkanlar dahilinde iyiliği emretme, kötülükten sakındırma görevini yaptığını görüyorum. Bu, sevindirici yönümüz. Fakat bu görevi yaparken çoğu zaman sınıfta kaldığımızı görüyorum. Çünkü uyarma görevini yaparken veya dinin bir görüşünü söylerken sadra şifa bir dil kullanmıyoruz. Kime, nerede, hangi ortamda, ne söylediğimize dikkat etmiyoruz. Bir şey yapmaya çalışırken kırıp döküyoruz.  Eğer böyle yapılacaksa bazılarımız din adına konuşmamalı, kendisine toplumu düzeltme görevi vermemeli. Bunu Allah rızası için yapmamalı. Örnek mi istersiniz? Buyurun birkaç örnek vermek istiyorum: (mealen)
"Koronavirüsten korkulduğu kadar Allah'tan korkulsaydı yeryüzünde kötülük diye bir şey kalmazdı."
"Çinliler, her şeyi yiyor, temizliklerine dikkat etmiyor, Doğu Türkistanlılara zulmediyorlar. Gördüler günlerini. Halbuki biz günde beş vakit abdest alıyoruz."
"Kimse ‘Hastalığa yakalananlar niçin İtalya'ya gitti’ diye sormazken -hadise bu noktada değilken- UMREYE giden müminleri "Niçin Umre yaptılar" diye sorgulamak, İSLAM'LA sorunu olan bir zihniyetin ürünü olabilir." (İhsan Şenocak)
"Bu virüs İslam'ın on beş asır önce haram kıldığı "hebâis"i yiyen Çin'de ortaya çıktı. Taharetsiz dolaşan Avrupa'da yayıldıktan sonra bize geldi. Bu halde bile birileri mikrobun kaynağı ÇİN'i değil de umreye giden MÜMİNLERİ suçluyorsa, en tehlikeli virüs DİNSİZLİK değil midir?" (İhsan Şenocak)

Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Bence fazlasına gerek yok. Sizi bilmem ama korkutan ve insanı kaçıran bir dil bu. İslam bu değil. İslam’ı anlatan Müslüman böyle olmamalı. Bir defa bu vazifeyi üstlenenler özellikle din diline çok dikkat etmeliler. Neyi, nerede, hangi ortamda söyledikleri önemli. Kaş yapayım derken göz çıkarmamalılar. Söylenilen ortamın psikolojisi gözetilmeli, her doğru her yerde söylenmemeli. Söylerken güzel ve tatlı bir üslup kullanmalılar; saldırgan, savunmacı, itham edici, tekfircilikle suçlayan, dışlayan, tiksindiren, herkesi cehenneme gönderen, Allah’la korkutan bir dil kullanmaktan kaçınmalılar. Din adına söyledikleri bilimsellikten uzak olmamalı. İkna edici bir dil kullanmalılar. Toplumu kutuplaştırıcı ve yanlarından kaçıracak bir dilden sakınmalılar. Söylediklerinden dolayı kendilerine yöneltilebilecek her türlü eleştirilere de açık olmalılar.

*20/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde