Ana içeriğe atla

Çağımızın Vebasını Ciddiye Alsak İyi Olacak ***

Dünyayı kırıp geçiren çağımızın vebası koronavirüs ülkemize de geldi. Sağlık Bakanı Sayın Koca'nın açıkladığına göre virüse yakalanan toplam kişi sayısı 98 olmuş. Son yeni tanı konulanlar ve öncekilerde olduğu gibi "doğrudan ve dolaylı olarak ABD, Ortadoğu ve Avrupa temaslı imiş. Üçü de umreden gelenler arasından çıkmış. Bir de vefat eden var. Vefat eden yaşlı hasta da Çin temaslı imiş. Yurt dışı teması risk olmaya devam edecek"miş. 

Bakanın bu ve önceki açıklamalarından, virüsün dış kaynaklı olduğu görülmektedir. 2019 Aralığında Çin'de ortaya çıkan ve kaynağı hala tespit edilemeyen bu hastalık İran, İtalya ve Avrupa derken hemen hemen dünyanın her bir yerine yayıldı. Ülkemizin sınırları Afganistan, Pakistan, Suriye ve diğer ülkelerden gelen sığınmacılar için yolgeçen hanı olmasına rağmen virüsün en geç girdiği ülkelerden birisidir Türkiye. 

Salgını önlemenin, başkasına ve diğer ülkelere sıçramamasının tek yolu karantinadır. Salgının olduğu yer karantinaya alınır. Oradan ne çıkış olur ne de oraya girilir. Çin bu hastalıkla boğuşurken dünya muhabbetini yaptı, dikkatli olunmasını uyardı. Devletlerin yaptığı Çin uçuşlarını durdurmak oldu. Ne zamanki koronavirüs Çin duvarını aşarak Avrupa’ya dayandı, işin ciddiyeti anlaşıldı. Şimdi her devlet aldığı tedbirlerle birlikte sokağa çıkmayı yasaklamayı bile düşünüyor. Bazıları uygulamaya koydu bile.

Yukarıda bahsettim. Yanı başımızda İran'da ve İtalya'da ölümlere sebebiyet veren virüsün en son durak yerlerinden bir tanesi bizim ülkemizdi. Virüs her ülkeyi çalarken bizim insanımız tehlikenin farkına varamadı. Devlet yetkililerinin zorunlu olmadıkça yurt dışına çıkmayın uyarı ve tavsiyeleri göz ardı edildi. Dini veya turistik seyahatimizden ödün vermedik. Çarşıya çıkar gibi yurt dışına gidip geldik. Dışarı gidenler "Dışarıdan virüs kapar gelir, insanımıza bulaştırırız, herkesi uğraştırırız" demedi. “Kul hakkıdır” diyenlere kulak asmadı. Çünkü bize göre tek hak vardı: Kendi hakkımız. Başkasının hakkı bize vız gelirdi. Dini bir vecibeyi yerine getirmeye ve yurt dışı gezimize kim ne diyebilirdi... Bu zihniyete kendine Müslüman da diyebiliriz.  

98 kişide tespit edilen virüs daha başka kaç kişide ortaya çıkacak, kaç kişinin ölümüne sebebiyet verecek, bunu ilerleyen günler gösterecek. Virüsün başkasına bulaşmaması ve yayılmaması için devlet tedbir üstüne tedbir alıyor: Toplu yerlere girmeyin, temizliğinize dikkat edin, zorunlu olmadıkça evden çıkmayın diyor. Maçları seyircisiz oynatıyor, belki de maçların oynanmasını erteleyecek. Okulları tatil etti, eğlence yerlerini kapattı, cuma ve cemaat namazlarına yasak getirdi. Yurt dışından gelenlere 14 gün evinizde durarak toplum içerisine girmeyin dedi. Bizim insanımızın bir kısmı olayın ciddiyetinin farkına varamadı.

Sonunda devlet uçaktan ineni yurtlara yerleştirmeye başladı. Bireysel de olsa bizim insanımız, yerleştirildiği yurdu beğenmediği gibi ahıra benzetti, kimi gözetim altına girmemek için kaçmaya kalktı, kimi de kaldığı yurttan kaçarak evinin yolunu tuttu. (Erzurum Valisi Okay Memiş, umreden geldikten sonra karantinadan kaçarak Erzurum'a gelmeye çalışan 28 vatandaşı Çorum’da yakalattıklarını söyledi. TRT) Kimi camiye giderek cemaatle namaz kıldı ve kılmaya devam edeceklerini videoya çekerek paylaşım yaptı. Kimi de Diyanet'in cemaatle namaz kılmaya ara vermesini, hangi yetki ile yaptığını sorgulayan paylaşımlar yaparak kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.

Hasılı devlet tedbir üstüne tedbir aladursun, biz bildiğimizi ve inandığımızı okumaya devam ediyoruz. Başkasından virüs kapar veya başkasına virüs bulaştırırmışız, bize vız gelir. Çünkü bize bir şey olmaz, zaten bizde bir şey yok. Bizde bu aymazlık oldukça ülke tümden karantinaya alınırsa hiç şaşırmam. 

Son söz olarak virüsü yurt dışından kapıp gelerek ülkeye koronavirüsün gelmesini hızlandıran insanlara “Böyle bir durumda ne işiniz vardı umrede ve yurt dışında” demeyeceğim. Çünkü olan oldu. Zaten söylemeye kalksan işitmediğin laf kalmaz. Ne Müslümanlığın kalır ne de insanlığın. Bu aşamadan sonra bunlardan istediğimiz, devletin tedbir amaçlı uyguladığı kurallara uymalarıdır.

***19/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde