Ana içeriğe atla

Türkiye'nin Ayıbı Bir Dava ***

Takvimler 25 Mart 2009'u gösterdiğinde Türkiye, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını taşıyan helikopter kazasını ajanslardan öğrenmişti. Devlet, helikopterin enkazına 48 saat sonra ulaşabilmişti. Kazadan kurtulan olmadı.  Kaza mı, cinayet mi, sabotaj mı tartışmaları hiç bitmedi. Bitmeyen bir şey daha var: Yargılama. Helikopter kazasının ardından 11 yıl geçti. Kazanın kaza değil, organize bir cinayet olduğunda herkes hemfikir. Ama dava hala neticelenmedi. 

Bildiğim kadarıyla helikopter kazasından davanın tutuklu sanığı yok. Sanık olarak yargılananlardan bazıları başka suçlardan tutuklu olanlar. Çoğu sanık tutuksuz olarak yargılanmaktadır. Yargılama ne zaman sonuçlanır, cinayetin failleri ortaya çıkarılır mı, cinayet emrini verenler ve cinayete azmettirenler ortaya çıkarılır mı, bugünden bir şey söylenmez. Kanaatim odur ki bu kadar uzun süren bir davadan kamuoyunu rahatlatan bir karar çıkmayacak. Gerçek failler ortaya çıkmayacak. Davanın sonucunda birilerine cezalar verilse de sadra şifa olmayacak, yüreklerdeki acıyı dindirmeyecek. Çünkü geciken adalet, adalet değildir.

Demek ki cinayetin planlayıcıları ve azmettiricileri, cinayeti işletirken olayın, faili meçhul kalmasını istemiş. Hala da ortaya çıkmadığına göre işlerini de temiz yapmışlar. Emellerine ulaşabilmek için Muhsin Başka'nın cesedini ortadan kaldırmaları gerekiyormuş. Bunu da başardılar. Maalesef bu aşamadan sonra Türkiye'nin faili meçhuller defterine Yazıcıoğlu da eklenecek. Çünkü her olay özellikle adi suçlar ortaya çıkar ama siyasi cinayetler kim vurduya gider.

Bu halk, oy vermese de halkın gözünde ayrı bir yeri vardı Yazıcıoğlu'nun. O, herkesin gönlünde taht kurmuştu. Her kesimden seveni ve saygı duyanı çoktu. Halk cinayetin aydınlanmasını istiyor. Göründüğü kadarıyla siyasi iktidar ve muhalefet de davanın takipçisi. Cinayetin ilk yıllarında olsa adliye, mülkiye, harbiye, bürokrasi kısaca devlet FETÖ'nün elindeydi, dava karartıldı diyelim. Şimdi devletin her kademesinden -kripto olanlar hariç- FETÖ temizlendi. Siyasi iktidar hiç olmadığı kadar hiçbir iktidara nasip olmayacak şekilde devlete hakim. Devletin kendisi. Kurumlar arasında bir uyum söz konusu.  Olayla ilgili ne kadar delil varsa devletin ilgili makamlarının elinde. Bir davanın arkasında siyasi iradenin desteği varsa cinayetin çözülmemesi için bir sebep olmaması lazım. Nedense cinayetle ilgili failler ve azmettiricileri hala ortaya çıkarılmıyor veya çıkarılamıyor. Bana bu durum garip geliyor. Öyle zannediyorum, size de garip geliyordur. 

Her kesimden herkesin sevdiği, farklı bir siyasete imza atan Muhsin Yazıcıoğlu’nun cinayete kurban gittiğinin aydınlatıl-a-maması Türkiye’nin bir ayıbıdır. Bu dava bir an evvel sonuçlandırılmalı ve gerçek suçlular -azmettiriciler dahil- hak ettiği cezaya çarptırılmalıdır. Şayet dava kamu vicdanını rahatlatmayacak şekilde sonuçlanır ve bu cinayet faili meçhul kalırsa benim zihnimin bir köşesinde Rahmetli Mahir Kaynak’ın şu söyledikleri kalacaktır: "Azmettireni, yaptıranı bulamazsın. İhale herhangi bir taşeron örgüte verilir. İlla kimin yaptığını, yaptırdığını öğrenmek istiyorsan, bu cinayetten kimin/kimlerin faydalandığına bakacaksın". Sahi bu cinayet kimlerin işine yaradı? Kimler Yazıcıoğlu üzerinden ekmek yiyor?

***28/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde