Bakkalın ilk müşterisi benmişim erkenden. Kapıda karşıladı
beni bakkal. Sevindim doğrusu. Kim karşılar beni bu devirde, bu ortamda, bu
pozisyonumla. Yalova Kaymakamı bile değilim zira. Alacağımı aldım. Ayrılmadan önce kapıda büyükçe bir masan
vardı, kimse girmesin diye koyduğun. Niye kaldırdın, dedim. "Kaldırır
mıyım? Koyacağım yeniden. Daha yeni açıyorum dükkanı. (Demek ki burnum düşmüş
sabah sabah) Koymayıp da ne yapacağım sonra. Değilse hakından (hakkından) mı
gelinir bizim milletin. İçeri giren eliyle ekmek seçmeye başlıyor. Mecbur
koyacağım" dedi. Kolay gelsin dedim, ayrıldım.
Evimin yolunu tutarken sevincim kursağımda kaldı. Çünkü
kapıda gördüğüm bakkalın, beni karşılamak için değil, içeri girmeyeyim diye
beni kapıda beklediğini çok geçmeden anladım. Sevincim kursağımda kalsa da
eliyle ekmek seçen insanımızı takdir ettim. Nasıl takdir etmem. Temasın, insanı
ölüme götüreceği bu kadar açık ve çok dillendirildiği bir ortamda huylunun
huyundan vazgeçmemesi, inadım inat demesi. Yani ölüme davetiye çağıran temasa
rağmen ekmeği eliyle seçme alışkanlığına devam etmesi. Ölüme meydan okuyan,
atın ölümü arpadan olsun diyen, böyle derken başkasını da ölüme çağıran böylesi
cahil cesur ve bir şey olmaz diyen aymazların ekmek seçen o elleri ancak öpülür.
Öyle ya, sonunda ölüm var diye yılların geleneğinden vaz mı
geçelim. Ekmek bu. Başka bir şeye benzer mi? Sonra ne belli bakkalın iyi
ekmek vereceği. Gözüm görecek… yetmez, elim de değecek…değmek de yetmez. Çünkü
belli olmuyor. Aynı zamanda sıkacağım. Sıktığımı bırakıp diğerine dokunacağım.
Yok, öyle yağma. Varsın millet ayıplasın. Ben bu ekmeği normal hayatta
kullanmayacağım ki sonra. Mideme indireceğim. Sağlığımı düşünen biri olarak
mideme ne gönderdiğimi de bilmek zorundayım. Sonra elimin kirli olduğunu kim
söyledi? Benden temizi var mı şu dünyada. Herkes kendine baksın. Kendi kirli
ellerini benim ellerimle karıştırmasın. Sonra arılar da öyle yapmıyor mu?
Konduğu çiçekten bal alıp geri mi geliyor sanki. Bir ona, bir buna konup
duruyor. Ayrıca pazarda seçerek alamadığım sebze ve meyvenin hıncını bu
vesileyle ekmekten çıkartıyorum. Öyle değil miyiz zaten. Birine, bir şeye
gücümüz yetmez. Hıncımızı gider, güçsüzden alırız. Dünyanın düzeni bu. Bu
arada Konya semt pazarlarındaki bazı pazarcıların ürününü seçtirmemesini ben,
esnaf malına güvenmiyor da ondan seçtirmiyor sanırdım. Halbuki hijyen yönünden
seçtirmediklerini, bizim hijyenimizi düşündüklerini geç de olsa bu vesileyle
anlamış oldum.)
Takdir ettiğim sadece ekmek seçimimiz değil. Başka bir
takdir ettiğim kesim daha var: Birkaç kişi bir araya geliyor, gündeme dair
muhabbetlerini yapıyorlar. Cenazeye katılıp mezarlıkları ziyaret ediyorlar. Sonra
sosyal mesafeyi gözetmeden yan yana gelip fotoğraf çekiniyorlar. Bunu da
ölümsüzleştirmek için paylaşıyorlar. Paylaşımının altına da “Evde kal Türkiye!”
yazmayı unutmuyorlar. Mesaj bana gayri. Çünkü gördüğüm kadarıyla kendilerini
ölüme atarlarken kendilerinden fazla beni düşünüyorlar. Nasıl takdir etmem
bunu. Sağ olsunlar… Bir misyon adamına evde kalmak yakışır mı sonra? Onlar
çarşı pazar gezip dolaşacaklar. Ben evde bekleyeceğim. Ayrıca “Ele verir
talkını, kendi yutar salkımı sözü, başka türlü nasıl icra edilecek… Hasılı, bu
yaşımda tüm bunlardan benim öğrendiğim, evde kalmak sadece bana ve benim gibi
acizlere mahsus.
*04/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
*04/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder