Ana içeriğe atla

Üç Günlük Dünyada Huyumuzdan mı Vazgeçelim? *

Bakkalın ilk müşterisi benmişim erkenden. Kapıda karşıladı beni bakkal. Sevindim doğrusu. Kim karşılar beni bu devirde, bu ortamda, bu pozisyonumla. Yalova Kaymakamı bile değilim zira. Alacağımı aldım. Ayrılmadan önce kapıda büyükçe bir masan vardı, kimse girmesin diye koyduğun. Niye kaldırdın, dedim. "Kaldırır mıyım? Koyacağım yeniden. Daha yeni açıyorum dükkanı. (Demek ki burnum düşmüş sabah sabah) Koymayıp da ne yapacağım sonra. Değilse hakından (hakkından) mı gelinir bizim milletin. İçeri giren eliyle ekmek seçmeye başlıyor. Mecbur koyacağım" dedi. Kolay gelsin dedim, ayrıldım.

Evimin yolunu tutarken sevincim kursağımda kaldı. Çünkü kapıda gördüğüm bakkalın, beni karşılamak için değil, içeri girmeyeyim diye beni kapıda beklediğini çok geçmeden anladım. Sevincim kursağımda kalsa da eliyle ekmek seçen insanımızı takdir ettim. Nasıl takdir etmem. Temasın, insanı ölüme götüreceği bu kadar açık ve çok dillendirildiği bir ortamda huylunun huyundan vazgeçmemesi, inadım inat demesi. Yani ölüme davetiye çağıran temasa rağmen ekmeği eliyle seçme alışkanlığına devam etmesi. Ölüme meydan okuyan, atın ölümü arpadan olsun diyen, böyle derken başkasını da ölüme çağıran böylesi cahil cesur ve bir şey olmaz diyen aymazların ekmek seçen o elleri ancak öpülür. 

Öyle ya, sonunda ölüm var diye yılların geleneğinden vaz mı geçelim. Ekmek bu. Başka bir şeye benzer mi? Sonra ne belli bakkalın iyi ekmek vereceği. Gözüm görecek… yetmez, elim de değecek…değmek de yetmez. Çünkü belli olmuyor. Aynı zamanda sıkacağım. Sıktığımı bırakıp diğerine dokunacağım. Yok, öyle yağma. Varsın millet ayıplasın. Ben bu ekmeği normal hayatta kullanmayacağım ki sonra. Mideme indireceğim. Sağlığımı düşünen biri olarak mideme ne gönderdiğimi de bilmek zorundayım. Sonra elimin kirli olduğunu kim söyledi? Benden temizi var mı şu dünyada. Herkes kendine baksın. Kendi kirli ellerini benim ellerimle karıştırmasın. Sonra arılar da öyle yapmıyor mu? Konduğu çiçekten bal alıp geri mi geliyor sanki. Bir ona, bir buna konup duruyor. Ayrıca pazarda seçerek alamadığım sebze ve meyvenin hıncını bu vesileyle ekmekten çıkartıyorum. Öyle değil miyiz zaten. Birine, bir şeye gücümüz yetmez. Hıncımızı gider, güçsüzden alırız. Dünyanın düzeni bu. Bu arada Konya semt pazarlarındaki bazı pazarcıların ürününü seçtirmemesini ben, esnaf malına güvenmiyor da ondan seçtirmiyor sanırdım. Halbuki hijyen yönünden seçtirmediklerini, bizim hijyenimizi düşündüklerini geç de olsa bu vesileyle anlamış oldum.) 

Takdir ettiğim sadece ekmek seçimimiz değil. Başka bir takdir ettiğim kesim daha var: Birkaç kişi bir araya geliyor, gündeme dair muhabbetlerini yapıyorlar. Cenazeye katılıp mezarlıkları ziyaret ediyorlar. Sonra sosyal mesafeyi gözetmeden yan yana gelip fotoğraf çekiniyorlar. Bunu da ölümsüzleştirmek için paylaşıyorlar. Paylaşımının altına da “Evde kal Türkiye!” yazmayı unutmuyorlar. Mesaj bana gayri. Çünkü gördüğüm kadarıyla kendilerini ölüme atarlarken kendilerinden fazla beni düşünüyorlar. Nasıl takdir etmem bunu. Sağ olsunlar… Bir misyon adamına evde kalmak yakışır mı sonra? Onlar çarşı pazar gezip dolaşacaklar. Ben evde bekleyeceğim. Ayrıca “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı sözü, başka türlü nasıl icra edilecek… Hasılı, bu yaşımda tüm bunlardan benim öğrendiğim, evde kalmak sadece bana ve benim gibi acizlere mahsus.

*04/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde